PLATON, BİR GÜN BARA GİRER..

Bir pazar sabahı, değişiklik olsun düşüncesiyle felsefeyi mizah yoluyla anlamaya yönelik bir okumaya başladım. Anlatım oldukça etkileyiciydi. Aristoteles’in, Sokrates’in, Leibniz’in, Voltaire’nin dünya görüşlerinin mizahla etkili bir şekilde anlatılması bana çok ilginç geldi. Thomas Catchcart ve Daniel Klein, kitabının bir bölümünde benim de çok tekrarladığım bir soruyu okuyucularına soruyordu: “Kaderinizi kontrol etmek elimizde mi?” Hepimizin bildiği gibi felsefe asırlardır bu soru üzerinde mürekkep harcıyor. İnsan karar verirken ve eyleme geçerken özgür müdür yoksa tüm karar ve eylemleri dış güçlerce mi (soyaçekim, çevre, tarih, kader…) belirlenir? Gerçeğin yapısı nedir? Ya da tersten sorarsak gerçeğin özüne ait olmayan nitelikler nelerdir?

Bütün bu sorular hepimizin yaşamında kendimize sorduğumuz ve bazılarımızın da cevaplayabildiği sorulardır. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, “yaş” olgunluğu, yaşanan “deneyimler”, yaşama yönelik “sorgulama sürecinin” başlaması ne yazık ki, oldukça geç bir yaş dönemine rastlamaktadır. Bu nedenle de felsefeyi mizahi bir yaklaşımla anlamaya çalışmak oldukça zevkli gelmişti bana.. Bu duyguları içime sindirmeye çalışırken, aynı günün akşamı “yaşam sorgulamamı” çok daha farklı boyutta yaşadım. Allak bullak oldum bir an.. Sabahleyin farklı duyguları yaşarken, birden insanın nasıl olur da bu kadar değişebileceğine tanık oluyordum.

Sabah saatlerinde felsefeyi konuşuyor, entelektüel birikimimi kuvvetlendiriyordum. “Tüm insanlar ölümlüdür, Sokrates bir insandır; o halde Sokrates ölümlüdür. Bunun, “Tüm insanlar ölümlüdür; bizim kedi ölümlüdür; öyleyse bizim kedi bir insandır” türü akıl yürütmeden hiçbir farkı yoktur derken, yapım ve yönetmenliğini Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın yönettiği “İki Dil, Bir Bavul” filmini seyrettikten sonra, “bir dakika Tanrım” dedim. Sabah saatlerinde felsefeye mizahi yaklaşımım birden hayatın bir başka yüzünü gösterdi bana akşam saatlerinde..

Bilmiyorum bu filmi izlediniz mi? Urfa’nın Demirci köyünde geçen bir öğretmenin ilk öğretim okulunda geçen bir yılını anlatıyor. Öğretmen Türkçe konuşuyor, dinleyen çocuklar Kürtçe ya da Zazaca.. Öğretmen onlara okuma yazma öğretmeye çalışıyor, oradaki çocukların kağıt ve kalemleri bile yok.. Öğretmen tek odalı, okulun içinde bir odada yaşamaya çalışırken, bazı çocuklar halen mağaralarda yaşıyorlar….Ve dedim ki içimden, bir yandan Sokrates’i sorgularken, diğer yandan Türkiye’nin doğusunda neler olup bittiğini halen neden sorgulayamıyoruz?

Ben batıda refah içinde yaşarken, sıcak evimde yemeğimi yerken, hastalandığımda en yakın hastaneye gitme imkanına sahipken, ülkenin doğusunda yaşayan bir çocuğun aynı haklara neden sahip olmadığını şimdi yüksek sesle sorgulamak istiyorum.

Bir ülkenin eğitim, sağlık, tarım, sanayi politikası önce “devlet politikası”dır. Gelen hükümetler bu politikaları belli bir vizyon doğrultusunda geliştirmek zorundadırlar. Eğer biz ülkenin doğusunda, yirmi birinci yüzyılda halen bir dramın yaşandığını görüyorsak, bunun suçlularını aramak gerekmiyor mu? Ben geçmişi sorgulamak istiyorum. Bir amaç yoksa, bir hedef yoksa insanlar nereye gideceklerini bilemezler. Aristoteles’e göre her şeyin bir telos’u, ulaşılması gereken içsel bir ereği vardır. Bir meşe palamudunun telos’u meşe ağacıdır. Meşe palamudunun “ereği” budur. Kuşların, arıların erekleri vardır. Gerçekliğin yapısının bir parçasıdır bu.

Biraz soyut mu geldi söylediklerim? Öyleyse Ayşe Hanım’ım yardımıyla telos kavramını göklerden yere indirelim. Ayşe Hanım iki torunuyla gezmeye çıkar. Yolda karşılaştığı bir arkadaşı laf arasında çocukların yaşını sorar. Ayşe Hanım hemen yanıtı yapıştırır: “Doktor beş, avukat yedi yaşında..”

Platon, bir gün bara girdiğinde, büyük ekranda “İki Dil, Bir Bavul” filmini seyretseydi, mizahi olarak sizce bunu nasıl açıklardı? Ya da kaderinizi seçme şansınız olsaydı, ülkenin hangi bölgesinde yaşamak isterdiniz?

Prof. Dr. Meltem ONAY
www.kafiye.net