Altın Kalpli Ressam Şahin

Geçmiş zaman ülkelerinden birinde. Ressam bir şahin yaşarmış. Keskin gözleri, maharetli parmakları olan bu şahin, aynı zamanda çok iyi kalpliymiş. Kendisine kötülük yapanlara bile kızamaz, onların iyiliklerini istermiş. Hatta bir gün arkadaşı serçe ile konuşurlarken uzaktan akrabası olan bir şahinin kendisini üzdüğünden söz etmiş. Serçe öfkelenip.

“Umarım başına olumsuz bir iş gelir de akıllanır.”  dediğinde ressam şahin bu temenniye katılmamış.

“Hayır hayır. Öyle söyleme. Her ne kadar beni incittiyse de başına bir kötülük gelsin istemem. Umarım her zaman mutlu olur. Yaşadığı güzel günler sayesinde kalbi yumuşar.” demiş.

Serçe, pençeleri ürkütücü fakat yüreği yumuşacık olan bir dosta sahip olduğu için onur duymuş. Kurduğu olumsuz cümleden ötürü de içten içe azıcık utanmış. Söyleyecek başka söz bulamamış.

“Sen altın kalpli bir şahinsin, ne mutlu bana ki dostumsun.” demekle yetinmiş.

Kurduğu bu cümle aslında içindeki birçok duyguyu dile getirmek için yeterli imiş.

Şahin ve serçe iki komşu ülkede yaşıyorlarmış. Serçenin ülkesindeki kuşlar, zaman zaman tartışsalar da birbirleriyle kavga etmezlermiş. Şahinin ülkesinde ise uzun yıllardır süren bir savaş varmış.

Ressam şahin asla onaylamadığı bir savaşta yer almaktansa gece gündüz resim çizmeyi tercih ediyormuş. Çevresinde gördüğü güzellikleri rengârenk boyalar aracılığı ile başkalarına hatırlatmaya çalışıyormuş. Aynı zamanda herkes yiyecek içecek, kıyafet ve ne yazık ki silah satarken o, resim malzemeleri satıyormuş.

Serçe ince ruhlu dostunun acımasız bir savaşın ortasında renkli kalemler, sevimli fırçalar satmasını çok anlamlı buluyormuş. Tanıdığı herkese sıra dışı dostundan ve yaptığı işten söz etmesinin nedeni de buymuş.

Aydınlık bir bahar gününde serçe ile şahin tatlı tatlı sohbet ederlerken şahinin kapısı gürültü ile çalınmış. Serçe olduğu yerde sıçramış. Öylesine korkmuş ki odanın ortasında bir o yana, bir bu yana uçmuş da uçmuş. Şahin,

“Ne yapıyorsun sen? Bu kadar korkacak ne var? Biraz sakin olur musun lütfen. Şimdi usluca otur yerine. Ve bekle. Bakalım kimmiş gelenler?”  demiş.

Sonra da oldukça serinkanlı bir şekilde kapıyı açmış. Karşılarında onlarca asker duruyormuş. İçlerinden birinin rütbece diğerlerinden çok daha üstün olduğu belliymiş.

Şahin, askerleri içeri davet etmiş. Gerçi o davet etmese de belli ki onlar içeri gireceklermiş. Komutanları kibar bir dille konuşmuş.

“Kusura bakmayın sizi rahatsız ettik. Fakat askerlerim ve ben oldukça uzak bir yoldan geliyoruz. Karnımız çok aç. Üstelik de yorgunuz. Günlerdir hiçbirimiz uyumadık. Bir süre burada kalabilir miyiz?  Umarım bize ikram edecek yiyeceğiniz de vardır.”

Serçe, zavallı askerlerin üstlerine başlarına bakmış. Hepsinin de ünüformaları neredeyse paramparça bir haldeymiş. Hem savaşmaktan hem de açlıktan zayıf düşmüş askerler için üzülmüş.

“Savaşın nedenini biliyor musunuz?” diye sormuş onlara.

Askerler birbirlerinin yüzlerine bakmışlar. Boş gözlerle cevap vermişler bu soruya.

Komutan omuzlarını silkeleyip çok ilginç bir söz söylemiş.

“Bizi savaşın nedeni ilgilendirmez. Biz sadece savaşırız. Ölür ve öldürürüz.”

Altın kalpli ressam şahin, dostu serçeye sevecen bir bakış atmış. Sonra da komutana dönerek,

“İstediğiniz kadar evimde kalabilirsiniz. Ben çok zengin bir kuş değilim fakat sizi ve askerlerinizi en azından bugünlük aç bırakmam.” demiş.

Askerler karınlarını doyurduktan sonra teker teker uyuklamaya başlamışlar. O kadar bitkin haldeymişler ki güpegündüz etrafa serilmişler. Yalnızca komutanları uyumamış. Ressam şahine mesleğini sormuş. Onun resim malzemeleri satan bir ressam olduğunu duyunca çok şaşırmış.

“Savaşın ortasında bu işi yapmak büyük cesaret istiyor. Para kazanabiliyor musunuz bari?” diye sorarken bir yandan da tebessüm ediyormuş.

“Hayır.” demiş şahin. “Para kimin umurunda? Karnımı doyurabilmem için günümün çok küçük bir kısmında avlanmam yeterli. Bu yaştan sonra zenginlik budalası olacak da değilim.”

Söylemeyi unuttum, bizim ressam şahin, pek genç sayılmazmış. Genç olsaymış bile saçma sapan ve nedenini herkesin unuttuğu bir savaşın içinde yer almak asla istemezmiş.

Bir süre sustuktan sonra sözlerine devam etmiş.

“Ben dünyayı güzelliğin kurtaracağına inananlardanım. Daima hatırlayın lütfen. Savaşarak ya da kavga ederek bir yere varamayız. Silahlar çekip giderlerken, geriye gözyaşı kalır. Oysa boyalar ve fırçalar öyle midir? Onların işleri bittiğinde arkalarında sayısız kalbe mutluluk eken tablolar bırakırlar.”

Uyanık olan askerler, komutanları ve serçe; altın bir yürekten dökülen inci değerindeki sözleri dinleyebilmişler. Gerçekten de savaş keder demekmiş. Sanat ise neşe…

Hatice Eğilmez Kaya
www.kafiye.net