KURTARAN ŞEHİR ÇANAKKAKLE
HÜSEYİN DURMUŞ
İzmir 12.Mart.1994

Oyun başlangıcında okunacak olan şiirdir.

Ç A N A K K A L E

Kelimeler yazıya birer birer dökülse,
Siperlere sağnak sağnak mermiler atılsa,
Tüm şehitler toprağa deste deste gömülse
Şehitler diyarı Çanakkale anlatılamaz!

Yeşilliğin Beslendiği kanlı deresini,
Seyit Çavuş’umun koyduğu güllesini,
Fatma Bacı’nın şimdi gürleyen gür sesini,
Şehitler diyarı Çanakkale anlatılamaz!

Yedi düvel düşmanın saldırdığı karaya,
Siper etti göğsünü, çıkarmadı karaya,
Toprağın her parçası döndü kanlı karaya,
Şehitler diyarı Çanakkale anlatılamaz!

Öc almak ister kıyıya vuran dalgaları,
Bulsa şu boğazda düşmanın kadırgaları,
Uçakları, modern tankları, küçük salları,
Şehitler diyarı Çanakkale anlatılamaz!

Şehitlerin kanını aşamadı düşmanlar,
Can havliyle kaçmaya çalışan düşmanlar,
Şimdi boğazın suyunda boğuldu düşmanlar,
Şehitler diyarı Çanakkale anlatılamaz!

İzmir / 19.03.2003
Hüseyin DURMUŞ
Edebiyat Öğretmeni

2 PERDELİK OYUN

KARAKTERLER:

Mehmet Çavuş
Er Ali
Er Süleyman
Er Temel
Er Kemal
Halide Onbaşı
Fatma Onbaşı
Zekiye ( Hemşire)
Tuğba ( 1. Küçük Kız)
Kübra ( 2. Küçük Kız)
1. Kadın
2. Kadın
3. Kadın
1
4. Kadın
Düşman Subayları
1. Amiral
2. Amiral
3. Amiral
Asker

1. P E R D E

Hava buz gibi. Rüzgar alabildiğine ortalığı kasıp kavurmaktadır. Düşman Anadolu’yu işgal edebilmek için geçiş noktası olarak düşündüğü Saroz Körfezi ile Gelibolu Yarımadasına yığınak yapmak için gemileriyle Ege denizinden bir taraftan boğazı geçerek İstanbul’a gitmenin yollarını ararken, diğer taraftan da Gelibolu yarımadasını işgal etmenin yollarını arıyorlar. Gemilerden Gelibolu yarımadası dövülürken bir taraftan da boğazdan geçişin planları yapılmaktadır.

S A H N E 1

( Işıklar yanar. Düşman gemilerinin birinin güvertesidir. Güvertede duvarlara asılmış, 3 harita vardır. Bunlardan biri Gelibolu yarımadasını, biri Anadolu’yu, diğer harita ise dünyayı göstermektedir. Sahnede düşman subayı ve bir asker vardır. )

1. AMİRAL – ( Güverteden Çanakkale boğazına nasıl girileceğini düşünerek gözetleme yapmaktadır.) Asker, bir fincan kahve getirir misin ?
ASKER – Emredersiniz komutanım . (Sahneden dışarıya çıkar)
1. AMİRAL – ( Kendi kendine söylenir gibi) Şu körfeze geleli neredeyse 5 ay oluyor, bir türlü boğazı geçemedik. Hasta adamın bu kadar dayanma gücünü nereden bulduğunu doğrusu şaşı-yorum. (Elindeki pipoyu ağzına götürür.) Biz bir hata yapıyoruz, ama nerede?
ASKER – ( Sahneye girer ) Buyurun komutanım.
1.AMİRAL – Sağ ol asker. ( Askere döner ) Sen ne dersin bu işe asker?
ASKER – Han iş komutanım?
1. AMİRAL – Kaç aydır buralardayız. Boğazı geçelim diye uğraşıyoruz. Ama daha bir adım bile ilerleyemedik. ( Başını sağa sola sallar) Sen ne düşünüyorsun?
ASKER – Komutanım, bende anlayamadım. Burada dünyanın her yerinden asker geldi. Bir kısmı karada, bir kısmımız ise denizden saldırıyoruz, ancak bir türlü geçemedik. Boğaza girme-ye başladığımızda sanki bütün bombalar bizi yok edecek gibi üstümüze geliyor.
1. AMİRAL – Aylardır tüm siperleri gemilerden dövüyoruz. Ne bir beyaz bayrak gördük, nede teslim olma işareti. Bir hata yapıyoruz da nerede?
2. AMİRAL – ( Sahneye girer ) Günaydın amiralim.
1. AMİRAL – Günaydın. Nasılsınız?
2. AMİRAL – İyiyim. Bugün daha iyi olacağıma inanıyorum.
1. AMİRAL – Hayrola amiralim?
2. AMİRAL – Yarın şu son gözden geçirme toplantısını da yapalım hele.
1. AMİRAL – Bu kaçıncı toplantı, her defasında bugün bu iş bitecek diyoruz. Ancak hala bitmedi. Neredeyse biz biteceğiz ama şu boğazı bir türlü geçemedik.
2. AMİRAL – Amiralim, bugün yeni kuvvetler buraya ulaşıyor. Üç gün sonra tam bir savaş yapacağımıza inanıyorum. Kuvvetlerimiz daha da güçlenecek. Osmanlının nesi var ki? Kaç gündür tüm siperleri dövüyoruz. Başlarını siperden bile çıkarmadılar.
1. AMİRAL – Biz de bir türlü boğazı geçemedik ama. ne onlar, ne de biz başarılı olamadık. Bunu nasıl açıklamak istersiniz amiralim?
2. AMİRAL – Yapacağımız toplantıda son saldırıyı gözden geçireceğiz. Evet bugüne kadar ne onlar, ne de biz bir başarı gösteremedik. Ancak üç gün sonra yapacağımız bu toplantıda artık neyimiz var neyimiz yok saldıracağız. Ayrıca savaş uçaklarımız da saldırıda bize yardım edecekler. Buna da karşı koyacak halleri yok her halde. Zaten ellerinde cephane olarak neleri kaldı ki?
1. AMİRAL – Her gün ellerinde neleri kaldı ki diye diye saldırdık, ancak bir türlü şu boğazı

2
geçip İstanbul’a gidemedik.

2. AMİRAL – Düşündüğün duruma bak. Ben yavaş yavaş hazırlık yapmaya başlayacağım.
1. AMİRAL – Neyin hazırlığını yapmayı düşünüyorsunuz?
2. AMİRAL – İstanbul’a varınca neler yapacağımı. Hayal şehri İstanbul’u bir defa görmüş-tüm. Çok kısa zaman kaldım. Ancak hala unutamıyorum.
1. AMİRAL – Daha boğazı geçemedik amiralim.!
2. AMİRAL – Yeni savaş tekniklerinin de eklendiği takviyelerle bir aydır karada savaşıyoruz. Aldığım haberlere göre Osmanlının yavaş yavaş tükendiğini, eğer ağır bir saldırıda bulunursak dayanacak güçlerinin kalmayacağını, teslim olmanın koşullarını görüşeceklerini söylüyorlar.
1. AMİRAL – Ben de aynı duyumları alıyorum. Ancak alınan duyumlar hiçte doğru çıkmıyor. Karada göğüs göğse savaşlar oluyor, siperleri aldık, biraz ilerleyeceğiz diyoruz, bir saat sonra nereden geliyorlarsa elimizdeki siperleri geri alıyorlar. Kıyı şeridine sıkıştık, ne geri dönebiliyoruz, ne de karada ilerleyebiliyoruz. Hasta Osmanlının bu kadar kuvvetli olduğunu doğrusu beklemiyordum.
2. AMİRAL – Amiralim, fazla karamsar olma. Bu ayın sonunda İstanbul’dayız. Mart 1915 ayının sununu İstanbul’da geçireceğiz. Şu toplantıyı bir yapalım. Gerekirse bu yarımadayı Osmanlı-ya dar edeceğiz. Burası cehenneme dönecek, Osmanlının bu cehennemden başarıyla çıkması mümkün değil.
1. AMİRAL – Hele o gün bir gelsin bakalım. Yalnız bu kara ile denizin bize cehennem yaşatmasını istemiyorum.
2. AMİRAL – Düşündüğüne bak amiralim.
1. AMİRAL – Düşünmemek elde değil.
2. AMİRAL – Asker, yavrum bize birer fincan çay getirir misin?
ASKER – Emredersiniz komutanım.
1. AMİRAL – Yapacağımız şu toplantıya iyi bir hazırlık yapmalıyız amiralim. Bugüne kadar olan harekatların neden başarılı olamadığını, bundan sonra nasıl hareket etmemiz gerektiğini bir ele alalım da gözden geçirelim. Yoksa bu körfezdeki kampımız son bulmak üzere. Bizler de aylarca burada kalacak değiliz.
2. AMİRAL – Nasıl istersen amiralim. Hazırlanalım bakalım.
ASKER – ( Sahneye elindeki fincanlarla girer) Buyurun komutanım. Çaylarınız geldi.

( Işıklar söner.)

S A H N E 2

( Işıklar yanar )
( Çanakkale yarımadasında İntepe koyu. Boğazı gören muhkem bir yer. Türk siperleri.)

Er Kemal – Heyttt, malzemelerimiz geldi.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Siperde düşman hareketini izler, sipere gelen kadın ve çocuklara döner.) Buyurun bacılar, buyurun çocuklar, hoş geldiniz.
1. KADIN – Hoş bulduk çavuşum. ( Elindeki kolileri yere bırakır.) Bunlar ihtiyacınızı karşılayamayacak, ancak yine de şükredin.
Er Temel – Çavuşum. Ben şu malzemeleri arkadaşlarla taşımaya başlayayım.
MEHMET ÇAVUŞ – Buna da şükür. Cephanemiz gün geçtikçe azalıyor. İdareli kullanmaya çalışıyoruz.Geldiğiniz yerlerde haberler nasıl , siz onlardan haber verin.?
1. KADIN – Haberler iyi değil çavuşum.
Er Kemal – Elimizde bir şey kalmamışsa verecek canımız da mı yok bacım? Canımız sağ olsun.
TUĞBA- Yol boyunca yaralılara yardım ettik çavuşum.
FATMA ONBAŞI – Buraları da yaralı kaynıyor. ( Derin bir iç çeker.) Dün çok zor geçti. Bugünün de dünden daha kolay geçmeyeceğini sanıyorum.
3
Er Temel – Uy uşaklar, biz ne güne durayruz da? Ben buraya düşman karşısında gülmeye geldim. Ne ağlayısunuz?
MEHMET ÇAVUŞ – O kadar da karamsar olmayın onbaşım. Bak hepimizin neşesi yerinde.
( Gülüşmeler başlar.)
FATMA ONBAŞI – Bunca olaydan sonra kötümser olmamak elimizde değil çavuşum.
2. KADIN – Geçtiğimiz yerlerde bazı köylerde sessizlik hakim. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Geçtiğimiz; Özbek, Karacaören, Işıklar, Kepez, Ulupınar, Kalabaklı, Yağcılar da sessizliğe, matem havasına dönüşmüş.
Er Ali – Bacım burası er meydanı. Bizlere matem yakışmaz.
Er Süleyman – Ancak korkaklar saklanır kaçar. Şimdi yas günü, matem günü değildir.
HALİDE ONBAŞI – Elimizden ancak bu kadar geliyor. Daha fazlasını yapmak isterdim.
3. KADIN – Yukarıdaki köyler perişan bir durumda. Lapseki den bu tarafa yollarda ki bütün köyleri gördük. Beybaş köyü, Yapıldak, Umurbey, Katırtepe, Çanakkale, bütün halk kan ağlıyor. Köylerin erkekleri cephede savaşıyor, tarlalar boş kalmış. Küçük çocuklar, kadınlar ve yaşlılar yollarda gelen geçenden haber almak için uğraşıyorlar.
Er Temel – Hepside sağluk ve sıhhattedur dersin bacum.
HALİDE ONBAŞI – Biz burada oyun oynamıyoruz her halde? Düşman kovalıyoruz.
MEHMET ÇAVUŞ – Fazla üzülmeyin. Bu günler de geçecek. Boş kalan tarlalar yeniden ekilecek, yine bu topraklarda gülücükler, kahkahalar, çocuk sesleri yükselecek.
HALİDE ONBAŞI – Köylerdeki erkekler tarlalarla uğraşacağına, boğazda düşmanla uğraşırsa sonuç bu olacaktır her halde.
FATMA ONBAŞI – Köylerdeki kadınlar ne güne duruyor.? Köyde erkekler yok diye ağlayacağına kendileri geçsin sabanın başına.
Er Süleyman – Bizleri beklemesinler saban başına. Biz şu hengameyi atlatmadan gelmeyiz oralara. Eğer şehit olmaz dönersek, sabanın ucundan tutmaya devam ederiz.
MEHMET ÇAVUŞ – Köylü kadınlara fazla yüklenmeyelim. Evde, tarlada, savaşta hep onlar çalışıyorlar. Savaş meydanında erkeğiyle birlikte omuz omuza savaşırken, fırsat buldukça da tarlaları sürüyor. İşte bu köylü kadınları da onlardan değil mi? ( Kadınları ve askerleri gösterir.) İşte bu kadınların ne günahı var?
HALİDE ONBAŞI – Bu kadınları küçük düşürmek için söylemedim.
MEHMET ÇAVUŞ – Her kes zor durumda. Kadın, erkek, çocuk, tüm halk geçim derdinde. Her şeyden önce vatan can derdinde. Yaşam için, var olmak için mücadele veriyor. Her kes can derdinde. Kime dokunsanız barut fıçısı gibi. Fitili ateşlenmiş dinamit gibi patlamak üzere. Hiç kimseye bir şey söylemeye hakkımız yok.
TUĞBA – Yukarıdaki köyler yaralılarla dolu. Köylerin kıyılarına büyük büyük fırınlar yapmışlar. O fırınlarda ekmek pişiriyorlar, size getirdiğimiz ekmekler oralarda pişiyor.
MEHMET ÇAVUŞ – Asıl halkın morali çok önemli. Geldiğiniz yerlerde halkın morali ne durumda? Önemli olan bu, siz bunlardan haber verin bizlere.
1. KADIN – Halk tine de umutlu. Bütün olumsuzluklara rağmen umutlu. Halkın morali bozuk değil. Herkes savaşla yatıp savaşla kalkıyor. Buna alışmışlar, bu savaşı da kazanacağız diyorlar.
FATMA ONBAŞI – İnşallah kazanırız. Düşman; olanca gücüyle hem karaya, hem de denize yığınak yapıyor. Karşıda kıyıya çıkmışlar. Oradaki askerler durdurmak için uğraşıyorlar. Her gün yüzlerce şehit gömüyoruz.Siperdekiler birbirleri ile henüz tanışma fırsatı bulamadan şehit oluyorlar.
HALİDE ONBAŞI – Düğüne mi geldik? Herkes bir birinin tanışı olsun!
FATMA ONBAŞI – Düğün evinde değiliz ama insan yinede beraber olduğu silah arkadaşını tanımak istiyor. Amacımız arkadaşlığımızı devam ettirmek değil.
MEHMET ÇAVUŞ – Hanımlar, savaşta önemli olan tanış olmak değil, siperde sağ kalarak vatanı kurtarmaktır. Vatanı hele bir kurtaralım, sağ kalanlarla yıllarca arkadaşlığımızı devam ettiririz.
2. KADIN – Çavuşum gezdiğimiz yerlerde her ne kadar insanları ağzını bıçak açmıyorsa da insanların çalıştığını söyleyebilirim. Kadınlar çocuklarıyla birlikte tarlaları dolaşıyorlar. Tarlaların çoğu ekilmiş. Bir kısmı da nadasa bırakılmış. Her ne kadar kişiler eşlerini yitirseler de, her ne kadar karamsar gibi görünseler de yine de umutlarını yitirmemişler.
1. KADIN – Geçen hafta Rumeli’den akrabalarım geldi. Rumeli’de de çok zayiat varmış.
4
Gelibolu’ya Mustafa Kemal adında bir komutan gelmiş. Demirtepe’de karargah kurmuş. “ Bu
toprakları kanımızın son damlasına kadar koruyacağız. Gerekirse şehit olacağız. Ancak buradan bu düşman İstanbul şehrine ulaşamayacaktır.” dermiş.
MEHMET ÇAVUŞ – Buralarda da söyleniyor Mustafa kumandan. Yemen, Trablus garp cephesinde savaşmış. Şimdide buraya göndermişler.
2. KADIN – Halkımız yorgun, bitkin ama umutlu. Yöneticilerinin sahip çıkmadığı bu topraklara halk sahip çıkıyor. Kanının son damlasına kadar da savunacak, düşmana bırakmayacaktır.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Top Sesleri, silah sesleri duyulmaya başlar. ) Bacılar, burada fazla oyalan-mayalım. Bakın düşman selam verdi. Saldırıya da ne zaman geçeceği belli değil. Bir an önce yapılacak işlere dönelim.
FATMA ONBAŞI – ( Gülümseyerek.) Çavuşum düşman ne isterse yapsın. Bu boğazı biraz zor geçer. Aylardır denizde, kıyıda duruyorlar. Şu boğazdan elini kolunu sallayarak geçe bildi mi?
MEHMET ÇAVUŞ – Onbaşım, bu sefer düşmanın niyeti kötü görünüyor. Düşman daha önce bu kadar yığınak yapmamıştı. Günlerdir gemilerle insan taşıyorlar, cephane taşıyorlar. Boğaz ve çevresinde bu kadar yığınak yapmamıştılar. Karşımızda yedi düvel asker var.
Er Temel – Yedi düvel değil, yetmiş yedi duvel gelsun çavuşum, korkmayuz evel Allah.
HALİDE ONBAŞI – Elimizden geleni yapıyoruz çavuşum. Gerisi Allah’ın yardımına kaldı.
TUĞBA – Ben size her zaman mermi taşırım, merak etmeyin. Sizler için yemek, ekmek taşımaya da devam edeceğim.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Top sesleri yükselir.) Çocuklar, ( Küçük kızların başlarını okşar ) Bundan sonra buralara gelmeyin. Bacılar bu çocukları buraya kadar da getirmeyin. Buraları çocuklar için tehlikeli oluyor. Mümkün mertebe buradan uzak tutun çocukları.
TUĞBA – Bizleri hiç düşünmeyin çavuş amca. Ben ve kardeşim bu top seslerine alıştık. Hiç korkmuyoruz. Bize bir eğlence gibi geliyor. Hani ıslık çalarak geçen seslerin dinlenmesi bir başka oluyor.
Er Temel – Benum uşaklarum da burnumda tüteyru. Aha bu uşak kadar kızum vardır memlekette. Am beş yıldır görmeyrum.
HALİDE ONBAŞI – Aferin çocuklar.
TUĞBA – Ne olacak yani.? Nasıl olsa biz merak edenimiz de yok. Bizi arayan da soran da yok.
Er Temel – Çok sağ olun uşaklar, Allah korusun sizleru.
MEHMET ÇAVUŞ – Ne olursa olsun bundan sonra buralara gelmeyin çocuklar. Bacılar sizlerden isteğim bu çocukları buralara kadar getirmeyiniz.!
TUĞBA – Çavuş amca, bizleri buralara bu teyzeler zorla getirmiyorlar ki, biz kendimiz geliyoruz. Hem teyzemiz de bunların içinde.
MEHMET ÇAVUŞ – Çocuklar, sizler yinede gelmeyiniz. Çünkü sizin yaşamanız gerekiyor. Sizler yaşamalısınız ki bizim geleceğimiz gençler olarak bu görevi üstlenmenizi isterim.
KÜBRA – Çavuş amca gelmemizi engelleme ne olur!
HALİDE ONBAŞI – Çocuklar, gelecek olan yeni nesil sizlerin yaşamına bağlı. Cephenin gerisinde kalın. Bizlere yapmış olduğunuz yardımlardan dolayı sizlere teşekkür ederiz. Sağlığınız bizim için daha önemli, haydi artık geriye çekilin.
1. KADIN – Çavuşum çocuklar benim yeğenim. Ben nereye gidersem onlarda benimle beraber dolaşıyorlar. Köyde bırakacak yerim yok.
MEHMET ÇAVUŞ – Ne diyebilirim ki, çocuklarını dahi emanet edecek yer bırakmadı şu savaş.Daha nice ocaklar sönecek bu topraklar uğruna, inşallah sonumuz hayırlı olur.
1. KADIN – Ben de çocukların cepheye gelmesini istemem. Ancak onlar da bu halleriyle malzemeleri canı gönülden taşıyorlar. Hem bizlere, hem de sizlere yardım ediyorlar.
MEHMET ÇAVUŞ – Haydi işimizin başına dönelim.
HALİDE ONBAŞI – İşimizin başında değil miyiz? Başka yapacak ne işimiz var ki şu düşmanı beklemekten !
ZEKİYE – ( Sahneye girer. Hemşiredir.) Maşallah, maşallah, maşallah …
MEHMET ÇAVUŞ – ( Gülümseyerek ) Buyur Zekiye, nerelerdeydin, geç kaldın?
Er Temel – Başumuzun belasu geldu da.
ZEKİYE – Bu ne sohbet böyle? Çay, kahve de getirelim mi?
5
Er Kemal – Zekiye hemşireye söz yok. Bizim yırtıkları, kopan parçaları toplayıp yardımcı oluyor.
MEHMET ÇAVUŞ – Tamam, cümbüşte bir sen eksiktin, hele konuş bakalım.
ZEKİYE – ( Top sesleri başlar. Çavuşa doğru.) Konuş çavuşum, konuş bakalım. Ben olmazsam sizin yırtıklarınızı kim dikecek? Yine de bana muhtaçsınız!
TUĞBA – ( Biraz şaşkın ) Zekiye abla, çavuşun, diğer askerlerin yırtılan elbiselerini köylüler onarıyor. Ben bugün onarılmış elbise de getirdim.
Er Temel – Uşaklar Zekiye hemşireyi terzi sandular da.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Gülerek ) Cevabını ver bakalım Zekiye.
ZEKİYE – ( Biraz sinirli durumda ) Bak şu velede. Yavrum sen benim hangi yırtık ve kopukları diktiğimi biliyor musun?
TUĞBA – Yırtık elbiseleri değil mi?
KÜBRA – Sen terzi değil misin?
MEHMET ÇAVUŞ – Kızları fazla meraklandırmadan açıkla. Anlat ki çocuklar dikme olayının ne olduğunu öğrensinler.
ZEKİYE – ( Sakin bir şekilde, birazda gülümseyerek) Çocuklar. Ben, savaş sırasında; Mehmet Çavuş, Halide onbaşı ve diğer yaralanan Türk askerlerinin yaralanan, vücudunda açılan yaraların, kesiklerin toplanmasını ve o yaraların dikilmesini yapıyorum. Kafa, kol, gövdede açılan yırtıkları dikerim. Ben elbise değil, insan bedeni dikerim. Ben hemşireyim. Kişilerden kopan el, ayak ve kafaları ayrı istif ederim.
MEHMET ÇAVUŞ – Çocuklar, bizim Zekiye kasaptır., kasap. İnsana hiç acımaz. Allah kimseyi onun eline düşürmesin. Zekiye bizim baş belamız.
TUĞBA – Allah neden onun eline kimseyi düşürmesin çavuşum.
ZEKİYE – Siz çavuşun söylediklerine bakmayın. Bana kızarlar ama yine de yardımlarına beni çağırırlar. Biraz canları yanar dikiş sırasında hepsi bu.
MEHMET ÇAVUŞ – Canlı canlı , hiç uyuşturmadan dikiş atar.
TUĞBA – Anlaşıldı, sen elbise diken terzi değil, insanların yaralarını dikiyorsun.
ZEKİYE – Dikiş sırasında uyuşturmak için narkoz kaldı da biz mi kullanmıyoruz.?
1. KADIN – Bacılar; buralarda fazla oyalanmayalım. Gün ağarıyor. Bizi bekleyen işler var.Haydi iş başına, bu kadar dinlenmek yeter.
MEHMET ÇAVUŞ- Güle güle gidin. Gezdiğiniz yerlerden dönüşte bizlere mutlaka bilgi getirin. Diğer yerlerden doğru bilgi alamıyoruz.
ZEKİYE – Çavuşum, sen oraları değil de buraları düşün. ( Top sesleri yükselir. Boğaza doğru bakar) Bak gemiler yavaş yavaş boğaza doğru ilerliyorlar. Buralar kısa zaman sonra tekrar cehenneme dönecek. Buraları dururken başka yerleri düşünmeyelim şimdi. Tam siper alın.
MEHMET ÇAVUŞ – (Derin bir nefes alır.) Of,of..
HALİDE ONBAŞI – Ne oldu yine çavuşum? Çocuklar mı aklına geldi?
MEHMET ÇAVUŞ – (Biraz hüzünlü )Ne çocukları onbaşım? Vatanı topraklarını düşünüyorum. Sadece buradaki topraklar değil, vatan toprağı bir bütündür. Vatanın her karış toprağını düşünmemek olur mu? Düşünmemek elde mi?
FATMA ONBAŞI – Haklısın .
2.KADIN- Bizler görevimizin başına dönüyoruz.
MEHMET ÇAVUŞ – Haydi öyleyse herkes görevinin başına dönsün. Ortalık yine karışacak. (Top atışları duyulur) Bakın, atış talimine başladılar yine. Yaralananlar, şehit olanlar olacak. Bakalım bugün sıra kimde? Haydi sizlerde gidin artık, menzil dışına çabuk çıkın.
1.KADIN – Allah yardımcınız olsun.
ZEKİYE – Benim görevim dikiş dikmek. İğne ile iplikleri hazırlayayım da sonra aramayayım. Beni ararsanız görev mahallinde olacağım. Haydi Allah yardımcımız olsun.

( Işıklar söner)

S A H N E 3

( Işıklar yanar. Sahnede düşman subayları vardır.)
6

Osmanlı devletinin yıkılması amacıyla bütün güçlerini birleştiren Avrupalılar, son saldırı hazırlıklarını gözden geçirmektedirler.Amaçları ; hasta adam dedikleri, bitti dedikleri Osmanlı devletini tama-men ortadan kaldırmaktır.Kışın o dondurucu soğuğunda Ege denizinde demir atmış gemilerde keyifli keyifli konuşmaktadırlar.

1. AMİRAL – Beyler, Artık şu boğazdan geçme işinin son rutuşlarını yapalım.
2. AMİRAL – Bizim ne yaptığımızı sanıyorsunuz?
1. AMİRAL – Şu planları tekrar bir gözden geçirelim de bu işin sonunda İstanbul’a varmış olalım. Bunun dışında da başka bir şey düşünemem.
2. AMİRAL – Bana göre biraz acele ediyoruz gibi geliyor. Ne dersiniz?
1. AMİRAL – Hiçbir şey acele değildir.
2. AMİRAL – Kafamı kurcalayan bazı noktalar var.Şu Çanakkale ! ( Boğaza doğru bir işaret yapar.) Henüz boğazdan bile geçemedik. Kutlamak için neden çok acele ediyorsunuz zafer kutlamaları için.
1. AMİRAL – Benim düşünmemi gerektirecek bir nokta yoktur. Ufak tefek pürüzleri dert etmeye hiç gerek yok.İstediğimiz kadar asker ve cephane takviyeleri de geldi. Osmanlının elinde ne var?
3. AMİRAL – Haklısın.
1. AMİRAL – Mart ayının birinden itibaren kıyıya önemli yığınak ve asker çıkartacağız. Hem karadan , hem de denizden son vuruşu yapıp İstanbul’a yolumuza devam edeceğiz.Kıyıya yapılan takviyelerle karadan, denizden de yeni krovazörlerle yüklendik mi , tükenmiş, bitmiş, yıkılmak üzere olan Osmanlının bizim karşımızda direnecek gücü kalmaz. Böylece elimizi kolumuzu sallaya sallaya İstanbul’a yolumuza devam edeceğiz.
3. AMİRAL – Doğrusu bu gücün karşısında durmak için deli olmak gerekir. Bu üstün silah teknolojisi ve tekniğin karşısında hiçbir insan duramaz.
1. AMİRAL – Beyler, hiç şüphem yok ki, bu güç sayesinde zafer bizim olacak. Bu zaferi kutlamak için sizleri 25 mart günü sizlere randevu veriyorum.Boğaza bakan güzel bir yerde oturup zaferimizi orada kutlarız. Bana buluşmak için söz verir misiniz?
3. AMİRAL – ( Askere seslenir.) Asker, bize üç tane viski bardağı ile viski getiri misin, iyisinden olmasına dikkat et?
1. AMİRAL – Haydi yavrum acele ediver.
3. AMİRAL – İstanbul hiç aklımdan çıkmıyor.Rüya şehri diye adlandırılan bu şehri beş yıl önce görmüştüm.
ASKER – emredersin komutanım.
1. AMİRAL – Ya şimdi !
3. AMİRAL – Şimdi oraya kazanacağımız zaferi kutlamak için gideceğim. Şimdi oraya; eğlenmek, dinlenmek, zevk için gideceğim. İstanbul’da kalacağım birkaç gün içinde yaşamanın tadını çıkarmak istiyorum.
2. AMİRAL – Randevu ha! Bırakın hayal kurmayı.
1. AMİRAL – Kesinlikle hayal değil.
2. AMİRAL – Randevu yerinde buluşmadan önce halledilmesi gereken bir işimiz var. Daha boğazı geçemedik. İstanbul’a hem karadan, hem boğazdan nasıl gideceğiz, bana bunu söyler misiniz?
3. AMİRAL – Fazla düşünmeye gerek yok amiralim.
2. AMİRAL – Düşünmemiz gerekli arkadaşlar.
1. AMİRAL – Karaya takviye kuvvetleri çıktı. Daha da geriden takviyeler gelecek. ( Duvarda bulunan dünya haritasına doğru gider.) Kanada, Avustralya, Hindistan, Yeni Zelenda, Afrika’dan yeni takviye kuvvetleri gelmeye devam edecek. Şu an şu yarımadayı ( Uzakta bir yeri işaret eder ) karadan ve denizden tam kuşatma altına aldık. Aslında abluka desek daha iyi olacak. Bu silah gücünün karşısında Osmanlı askerinin durması mümkün değil. Yakında ben askerlerimle beraber karaya çıkacağım. Sizler denizden, ben karadan İstanbul’a hareket başlayacak yakında.
2. AMİRAL – Bu konuda biraz iyimser olmuyor musunuz? 3 aydır geçemediğimiz şu boğazı bir günde nasıl geçeceğiz.? Yoksa yeni mucizeler mi olacak?
ASKER – ( Sahneye girer. Elinde viski şişesi ve üç adet bardak vardır.) komutanım viskileriniz geldi. ( Viski şişesinden bardaklara doldurur. Her komutana ayrı ayrı ikram eder. )
7
Başka bir emriniz var mı komutanım?
2. AMİRAL – Gidebilirsin asker.
1. AMİRAL – Güzel bir püro varsa alabilirim.
ASKER – Emredersiniz komutanım. ( Sahneden dışarıya çıkar.)
2. AMİRAL – Ben korkmuyorum dersem doğrusu yalan olur. Bir aydır buradayız.
1. AMİRAL – Korkmaya hiç gerek yok.
2. AMİRAL – Doğrusu var. Hasta adam, hasta adam dediğimiz Osmanlının elindeki cephane halen bitmedi. Bundan bir ay öncede, bir hafta öncede hep aynı şeyleri söyledik. Ellerinde cephane mi kaldı ki dedik durduk. Fakat halen bize cevap veriyorlar. Bir türlü şu boğazı geçemedik. Onlar bize denizi, biz de onlara karayı cehenneme çevirdik, ama hala şu denizde bulunuyoruz. Ne dersiniz?
1. AMİRAL – düşündüğün konuya bak. Ben bu takviyelerden sonra bunları düşünmek bile istemiyorum. ( Elindeki viski bardağını havaya kaldırır.) Şerefinize kadeh kaldırıyorum.
2. AMİRAL – ( Biraz düşünceli) ben düşünmeden edemiyorum. Çünkü hiçbir zaman yaralı bir aslanı yakalamak istemem.
3. AMİRAL – Neşemizi kaçırmayın amiralim.
2. AMİRAL – Şimdi bana göre Osmanlı aynen yaralı bir aslan gibi. Ne zaman ne yapacağı hiç belli olmaz. Elimizde cephane çok. Ama hiç kimse ölmek için can atmıyor. Ölmek isteyen olmayınca savaşı nasıl kazanacaksınız?
1.AMİRAL – Biz de paranın ucunu fazla gösteririz olur biter.
2.AMİRAL – Osmanlı askeri öyle değil ama. Ölüme oyuncak gibi bakıyor. Güle oynaya, göz göre göre ölüme gidiyorlar.
3. AMİRAL Osmanlını aslanlığı gitmiş. Her tarafta savaşan bir vücut bir gün elbette yorulacak-tır. Osmanlının bizi Çanakkale’de durdurması zor olacaktır.Bu kadar takviyeden sonra olumsuzu düşünmek en büyük yanlış olur.
1. AMİRAL – Bu konuyu daha fazla uzatmaya gerek var mı? Korkmaya da gerek yok, neşelenelim biraz.
2. AMİRAL Ben korkmuyorum. Ama yine de düşünmeden edemiyorum. Şu Çanakkale boğazını nasıl geçeceğiz.?
1. AMİRAL – Ben İstanbul geceleri için hazırlanacağım.Siz ne isterseniz onu yapın. Ancak ben İstanbul’da giyeceğim kıyafetlerin hazırlığını yapacağım.
3. AMİRAL – neyin hazırlığını yapıyorsunuz, anlayamadım?
1. AMİRAL – İstanbul gecelerinin hazırlığını yapıyorum.
2. AMİRAL – Biraz erken olmuyor mu?
3. AMİRAL – Amiralim , pek erken olacağını sanmıyorum. İstanbul denince benim de içimde bir şeyler kıpırdıyor.
1. AMİRAL – amiralim, şimdi neşemizi bozmanın zamanı değil! Neşelenelim, eğlenerek yarını karşılayalım. Gelecek olan iyi günlerimizin şerefine kadehlerimizi kaldıralım derim, ne dersiniz?
2. AMİRAL – Bana göre bu kutlama erken oluyor.
1. AMİRAL – Kadehimi kazanacağımız zaferin şerefine kaldırıyorum.Haydi, şerefe İstanbul gecelerine.!
3. AMİRAL – İstanbul gecelerinin şerefine!
2. AMİRAL – Mademki İstanbul gecelerine, İstanbul gecelerinin gelecekteki şerefine kaldırıyorum kadehimi, zaferimizin şerefine, şerefe!

( Işıklar söner. )

S A H N E 4

Mart 1915 yılı başları. Çanakkale yarımadasında İntepe körfezinde boğaza bakan cephesinde Türk siperlerinden biri. Hava olanca şiddetini artırmış, dondurucu bir fırtına uğultu biçiminde esiyor.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Siperden boğaza doğru bakmaktadır. Gün henüz ağarmaktadır.) Yarabbi, ne büyüksün ki hikmetinden sual olunmaz. ( Ayağa kalkar, ellerini açar.) Sen, benden
8
hiçbir iyiliğini esirgemedin. Daima yardımcım oldun. Sen, her zaman aciz kullarının kimsesizlerin,
zor durumda kalan kişilerin yardımına koşarsın. Yarabbi, senden bir isteğim var. ( Top sesleri gelmeye başlar.) Düşman var gücüyle üstümüze geliyor. İşte yine başladılar, buralarını cehenneme döndürecekler. Bizleri yok etmek istiyorlar.

( Sahneye Halide onbaşı ile Fatma onbaşı girerler.)

HALİDE ONBAŞI – Hayırlı sabahlar çavuşum.
FATMA ONBAŞI – Hayırlı sabahlar çavuşum.
MEHMET ÇAVUŞ – Hayırlı sabahlar.
HALİDE ONBAŞI – Hayırdır çavuşum.
MEHMET ÇAVUŞ – Bizim işimiz hatırdır. Bizim şerle, kötülükle işimiz olamaz. Şu düşmanları seyrediyordum.
FATMA ONBAŞI – Bıkmadın mı daha?
MEHMET ÇAVUŞ – Şu düşmanları düşünüyorum da, aylardır buradalar. Amaçları; Osmanlı devletini yıkmak, Türk neslini ortadan kaldırmak, buralardan başka taraflara sürmek.Bu güzelim cennet toprakları üzerinde kendi hakimiyetlerini kurmak. Minarelerdeki ezan seslerini susturmak, genç kızları-mızı, bacılarımızı esir etmek. (Top sesleri yükselir. Top seslerini biraz dinledikten sonra ) Yarabbi, bizlere yardım yardım et. Yardım etki; bu topraklar üzerinde ezan sesleri susmasın. Analarımız, bacılarımız, çocuklarımız düşman süngüsü altında inlemesin. Bacılarımızın, analarımızın namuslarına zarar gelmesin. Türk milletinin devamı, başarısı için bizlere yardımını esirgeme.
HALİDE ONBAŞI – Amin. Bir gelişme var mı ?
MEHMET ÇAVUŞ – ( Top seslerinin ve mermi seslerinin çoğalması üzerine ) İşte düşman gerçek yüzünü göstermeye başladı.
FATMA ONBAŞI – Allah bizim yardımcımızdır. Allah’ın yardımıyla bu günü de kazasız belasız atlatacağız. Zafer yakında elbette bizim olacaktır. ( Top sesleri iyice hızlanır.) Bu topraklar üzerinde ezan sesi susmayacak, kadınlarımız, bacılarımız hiçbir zaman düşman süngüsü altında inlemeyecek.
MEHMET ÇAVUŞ – İnşallah onbaşım.
FATMA ONBAŞI – ( Boğazda belirli bir noktaya doğru bakar.) Ben bir Türk kadınıyım. Ben Türk anasıyım. ( Biraz duraklar. Top sesleri çoğalır. Yakınlarına top mermisi düşer.) Türk kadını tarlada, çapada kocasıyla nasıl omuz omuza çalışıyorsa; savaşta da erkeğiyle omuz omuza savaşacak, savaşmaya da devam edecektir. Barışta çocuğunu yetiştirirken, savaşta askere mermisini taşıyacak, gerekirse şimdi olduğu gibi siperde omuz omuza verip savaşacaktır. Biz buyuz.
MEHMET ÇAVUŞ – keşke bunlar olmasaydı da sizler evinizde kalsaydınız.
HALİDE ONBAŞI – Bu Anadolu kadınının alın yazgısı.
MEHMET ÇAVUŞ – Elimizdeki cephane yine azaldı. Allah verede bugün cephanemiz erken getirile. Yoksa işimiz çok zor.
FATMA ONBAŞI – ( Seyirciye doğru döner. Belirsiz bir noktaya doğru bakar. ) Bizler anayız. Bizler Anadolu kadınıyız! Biz Anadolu’yuz! ( Biraz duraksar. Top seslerini dinledikten sonra.) bizler; çocuğunu büyüten, onların terbiyesini veren, tarlada çalışan, sofraya aşı kotaran Anadolu kadınıyız. Bizler çocuklarımıza örnek bir anayız.
HALİDE ONBAŞI – Haklısın onbaşım.
MEHMET ÇAVUŞ – Osmanlının kaderi bu, elden bir şey gelmiyor.
FATMA ONBAŞI – Biz Anadolu kadınına; bugün ihtiyaç olduğu için buradayız. Hep beraber savaşmak zorundayız. Eğer bugün burada olmaz, omuz omuza vermezsek başka hangi gün birlikte olacağız? Bugün burada savaşmazsak, yarın çocuklarımızın, torunlarımızın yüzlerine hangi yüzle bakacağız! Her gün işte bunlar savaşmayıp yurdu satan vatan hainleri dedirtmektense şerefimle savaşır, şerefimle yaşar, şerefimle ölürüm.!Bizler ; elimizin hamuruyla bugün olduğu gibi gerekirse bundan sonrada silahı elimize alarak düşmana karşı namus ve şerefimiz için yüz bin defa tetiğe basarız. ( Seyirciye doğru belli bir noktaya bakar.) Bizler Türk anasıyız. Bizi koruyanımız Allah’tır. Çünkü ona güveniyor, ondan yardım bekliyoruz. Haydi hayırlısı, gazamız mübarek olsun.
9

( Sahneye kadın ve çocuklar girer.)

KORO

Havada bulut yok bu ne dumandır
Köyde bir ölüm yok bu ne figandır
Şu Yemen illeri ne de yamandır

Ah o Yemen’dir , gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir

Şu dağların ardında redif sesi var
Sorun çantasında acep nesi var
Bir çift yemenisiyle bir de fesi var

Ah o Yemen’dir , gülü çimendir
Giden gelmiyor , acep nedendir

Anonim

1. KADIN – Yettik gayrı, isteklerinizi getirmeye çalıştık.
TUĞBA – ( Kardeşinin elinden tutar. Elerlinde paket ve sepet vardır.) Bunarlı nereye bırakalım.
MEHMET ÇAVUŞ – (Oturmuş olduğu yerden kalkar, Tuğba’ya doğru hareketlenir.) Sağ olun çocuklar. Ben size gelmeyin demiştim. Hay Allah Allah.
TUĞBA – Amacımız sizlere yardım etmek. Başka yapacak işimiz de olmadığına göre.
MEHMET ÇAVUŞ – Yardımlarınız için sağ olun çocuklar, fakat buralar…
FATMA ON BAŞI – Çocuklar keşke siperlere kadar gelmeseniz.
MEHMET ÇAVUŞ – Çocuklar, sizler hangi köyden diniz?
TUĞBA – Ahmetler köyünden. Annem, babam bu savaşta şehit düştüler. Köyde bize bakacak bir teyzemiz kalmıştı. O da zaten burada bizlerle beraber. O nereye giderse biz de onunla beraber her yere gidiyoruz.
1. KADIN – Ne yapalım çavuşum. Sizlere yardım gerek Hem onlarda bu yurdun hangi durumda ve nasıl savunulduğunun canlı şahitleri oluyorlar. Baş ne yapa biliriz ki?
KÜBRA – (Elindeki sepeti göstererek ) amca, bunun içindekileri sizin için getirdim. Nereye koyayım?
MEHMET ÇAVUŞ – Sağ ol yavrum, bunları tutan ellerin dert görmesin. Bunları taşıyan ayakların dert taşımasın.
HALİDE ONBAŞI – ( Duygulu bir sesle ) Allah’ım! Bizlere; şu yetim kalan, öksüz kalan yavruların yüzü suyu hürmetine yardımını esirgeme. Yetimin , öksüzün, kimsesiz kalanlar için bizlere yardım et.
FATMA ONBAŞI – ( Seyirciye doğru dönerek ) Çoluk çocuk savaşan bir milletin ( çocukları gösterir) Allah yardımcısıdır mutlaka.
2. KADIN – Haberler iyi.

KORO

Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda
Can korkusu gezmez ovamızda dağımızda
Her kûşede bir şîr yatar toprağımızda
Gavgada şehâdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can verir nâm alırız biz.

Namık KEMAL
10

1. KADIN – çavuşum, geldiğimiz yerlerde güzel haberler var. Trakya’da da düşmana geçit yok diyorlar.
MEHMET ÇAVUŞ – İnşallah.
1. KADIN – Bizler fazla oyalanmayalım. Bacılar; oyalanacak zaman yok. Cepheye yetiştirilmesi gereken cephanemiz var daha. Tekrar geriye dönmemiz gerekiyor. Haydi kalkalım artık.
2. KADIN – İş zamanı, haydi bacılar istirahat bitti.
3. KADIN – Allah sonumuzu hayırlı eylesin. Cephe gerisinde de fazla mermi kalmadı. Her ne kadar cephane istediğiniz kadar var deseler de sanıyorum yakında cephanemiz sona erecek.
4. KADIN – Sadece cephanemiz mi azaldı sanıyorsunuz.? Düşmanla savaşacak insanımız da kalmadı geride. Çoluk çocuk herkes değişik cephede düşman karşısına çıkıyor. Ne yazık ki eskisi kadar fazla destek de görmüyoruz.
1. KADIN – Elimizde avucumuzda bir şey kalmadı diye savaşı bırakıp düşman gavuruna teslim mi olacağız? Bu güzelim vatan topraklarını düşmana mı terk edeceğiz?
MEHMET ÇAVUŞ – Bacılar, sizlerin görevi yok mu?
3. KADIN – İşimiz çok, düşmana bırakacak toprağımız da yok. Savaş cephaneyle olur, erzakla olur, cephede düşmana karşı koyacak askerle olur. Biz şimdi ne durumdayız?
1. KADIN – Şimdi kötü duruma düşüşümüzü konuşmayalım. Bizler cephe gerisinde ne kadar hızlı hareket edersek, cephaneyi cepheye ne kadar çabuk taşırsak; başarıya olan katkımız da o kadar çok olur. Gerekirse silahları elimize alıp sizlerin yanında ( Askerleri gösterir ) düşmana karşı bir mermi de biz atarız, değil mi bacılar?

( Bütün kadınlar bir ağızdan “evet” derler .)

2. KADIN – Bacılar, ümitsizlik bizlere yakışmıyor. Bizler ümidimizi yitiremeyiz.! Bizler ümidimizi yitirirsek, cephede savaşanlar tamamen ümitsiz olurlar.Bizler hem askerlerimize , hem de cephe gerisindeki halkımıza köprü görevi yapmıyor muyuz? Bizler de ümitsizliğe kapılırsak diğerleri ne olacak?
3. KADIN – Haydi fazla konuşup vakit kaybetmeyelim. İşler bizleri bekliyor.
1. KADIN – Haydi iş başına. Haydi çocuklar, sizlerde bizimle gelin.
MEHMET ÇAVUŞ – Yolunuz açık olsun. Sağlıcakla gidin , sağlıcakla gelin.
HALİDE ONBAŞI – ( Top sesleri yükselir. ) Haydi sizleri bekleyeceğiz.

( Işıklar söner. Sahne boşalır. )

S A H N E 5
( Işıklar yanar. Sahnede çavuş, onbaşı, kadınlar ve çocuklar vardır.)

ZEKİYE – Hoş geldiniz bacılar. İlaçlarımı getirdiniz mi ?
3.KADIN – Vallahi bir sürü sandık getirdik ama, içlerinde ilaç var mı bilmiyorum. ZEKİYE – ( Biraz üzgün ) İnanın o kadar çok ilaca ihtiyaç var ki ! Yaralılara sargı bezi, ilaç yetiştiremiyorum. Elim kolum bağlandı artık, yırtık elbiselerden sargı bezi yapıyorum.
1. KADIN – Benim getirdiğim sandıkların biri senin olması gerekiyor. ( Arabada olan sandıklardan birini alır.) Bu senin istediğin sandık sanıyorum. Bunlarla idare etmeni istediler.
ZEKİYE – ( Sandığı eline alır. Üzgün bir durumda.) Bunun içindekileri bana bir gün bile yetmez. Aman Allah’ım, ne yapacağım ben!
MEHMET ÇAVUŞ – Üzme tatlı canını Zekiye kızım. Bu güne kadar ne yaptıysan onu yaparsın. Dikişleri diri diri, sargıları da elbiselerden yaparsın olur biter.
HALİDE ONBAŞI – Bacılar, mermileri siperlere doğru götürelim. (Top sesleri duyulur.) Ortalık iyice kızışacak.
3. KADIN – Vallahi neresi kızışmadı ki ! Anadolu yakasında büyük bir yangın var. Trakya’da ise kan gövdeyi götürüyormuş. Alçıtepe, Beş yol, Tayfur köylerinde çok şiddetli çarpışmalar oluyormuş. Ölenlerin bazen kime ait olduğuna bakılmadan toplu gömmeler başlamış. Hangi tarafa gitsek ortalık cehennemi andırıyor. Bizler de bu cehennemden sağ çıkmaya çalışıyoruz.
11

MEHMET ÇAVUŞ – Allah’ın izniyle bu cehennemden çıkıp cennet vatanımızı el birliği ile yükselteceğiz.
FATMA ONBAŞI – İşimiz çok zor. Bunun da üstesinden geleceğiz inşallah.
ZEKİYE – Herkesin kendi derdi kendini ilgilendiriyor. Benim derdim ilaç , sizin derdiniz ise mermi. Sonunda hepimiz bu cehennemin sona ermesini istiyoruz. Ancak bu cehennem burada laklak yapmak ile sona ermeyecektir. Leyleğin ömrü laklak ile geçermiş. Bari bizimkisi öyle olmasın.
HALİDE ONBAŞI – Herkes görevini gereği gibi yaparsa olumsuzluk olmaz. Sizlerde görevinizi en iyi bir şekilde yerine getiriyorsunuz.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Top sesleri duyulmaya başlar ) Haydi bakalım, ortalık kızışmaya başlayacak yine. Fazla oyalanmayalım.
ZEKİYE – Cennetten vazgeçtik, bari cehenneme çabuk gidebilsek.
MEHMET ÇAVUŞ – Zekiye, o ne biçim bir söz! Fazla dırdır edip durmayalım da işimize bakalım, dertleşmeyi daha sonra yaparız.
FATMA ONBAŞI – Zekiye, sen ilaç , biz ise mermi bekliyoruz. İlacın gelmeyişine dert etme. Nasıl olsa bizim istediğimiz gibi değil, cephe gerisinden nasıl isterlerse öyle getirilecek. Bizler ne kadar üzülürsek üzülelim, geride kalanların da yapabileceği bir şey yok., haydi iş başına gidelim.
ZEKİYE – Ne yapayım, telaşlanmamak elde değil. İster istemez düşünmeden edemiyorum. Yaralananların yarasını saramayınca içim kan ağlıyor.,diri diri dikiş dikmek de istemiyorum.
TUĞBA – En kısa zamanda senin ihtiyaçlarını getireceğim.
ZEKİYE – Sağ ol Tuğba kızım.
MEHMET ÇAVUŞ – Senin yapabilecek bir şeyin yok. İster diri diri, istersen uyuşturarak dik; fakat sonuçta bu vatan için elimizden geleni yapmak zorundayız.
3. KADIN – haydi bacılar fazla oyalanmayalım. Yapacak çok işimiz var.
HALİDE ONBAŞI – Sizlere kolay gelsin. Sağlıcakla gidin , sağlıcakla gelin. Gözümüz yollarda sizleri bekleyeceğiz. Gelirken diğer cephelerden de haber getirmeyi unutmayın.
MEHMET ÇAVUŞ – Merak etme sen. Her gelişte ilk önce diğer cephelerden haberler getiriliyor. Senin söylemene gerek yok.
ZEKİYE – Ne yapalım çavuşum. Olumsuz da olsa yine de merak ediyoruz. Gelirken benim ihtiyaçlarımı sakın unutmayın.
KÜBRA – Ben unutmayacağım Zekiye abla. Sen hiç merak etme emi…
1. KADIN – Elimizden ne geliyorsa onu yapıyoruz. Cephe gerisinden ne gönderiyorlarsa onları sizlere getirmeye çalışıyoruz. Allah’a ısmarladık, Allah yardımcınız olsun.
FATMA ONBAŞI – Tez zamanda dönünüz.
MEHMET ÇAVUŞ – Haydi uğurlar olsun.

( Işıklar söner. )

S A H N E 6

( Işıklar yanar )

BİR SES
Yaratanın kitabını kaldırtmam ,
Osmancığın bayrağını aldırtmam,
Düşmanımı vatanıma saldırtmam,
Tanrı evi viran olmaz, giderim !

Bu topraklar ecdadımın ocağı,
Evim, köyüm hep bu yerin bucağı
İşte vatan! İşte tanrı kucağı!
Ata yurdum evlat bulmaz, giderim M. Emin YURDAKUL
12

MEHMET ÇAVUŞ – ( Ayakta boğazın belirsiz bir noktasına bakmaktadır.) hey gözünü sevdiğimin memleketi hey! ( Sahne içerisinde yürümeye başlar.) Sende kimlerin gözü yokmuş. Şu cephede bizlerle savaşan düşmana bir bak1 İngiliz gavurundan tutun; Fransız, Avustralya, kanada, Hindistan, İtalyan, Anzak… Karşımızda yedi düvelden yüzlerce insan. ( Seyirciye doğru döner ve belirsiz bir nokta-ya doğru bakar. ) Buraya niçin gelmişler biliyor musunuz? Bizleri yok etmek için.
HALİDE ONBAŞI – ( Sahneye girer.) Hayırlı sabahlar çavuşum.
MEHMET ÇAVUŞ – Hayırlı sabahlar onbaşım.
HALİDE ONBAŞI – Kendi kendine söyleniyordun, hayrola?
MEHMET ÇAVUŞ – Şu düşmanları düşünüyordum. Bu cennet vatanı paylaşmak için buralara kadar gelmişler. Bu kadar askere gerek var mıydı ki? ( Biraz duraklar.) Osmanlı uyuyan bir aslandır. Bu aslanı şimdi uyandırıyorlar. ( Gezinmeye başlar. ) Bunlara şaşıyorum ben.
HALİDE ONBAŞI – Neden çavuşum.?
MEHMET ONBAŞI – Neden olacak. ( biraz gülümser.) Bunlar bizimle cephede savaşıp yenileceklerine, barış masasına otursalar boğazdan ellerini kollarını sallaya sallaya geçerlerdi. Bizim ile cephede savaşmayı neden göze alıyorlar, ona şaşıyorum. Ne gereği var savaş yapıp bu kadar insanı telef etmeye? Ne hikmettir ki; düşmanlarımız dışarıdan, bizler içeriden nasıl olsa bu vatanı yıkmak üzereydik. Bu gidişle nasıl olsa yıkılacaktı. Bizler bize kalan mirası yiye yiye bitiremedik, biteceği de yok doğrusu. Yarabbi! Ne bitmeyen bir mirasa sahibiz ki, kazanın dibi hala görünmedi, bu gidişle görünmeyecek sanırım.
HALİDE ONBAŞI – Haklısın çavuşum. ( Top sesleri gelmeye başlar.) Artık hazırlıklarımız bitirsek. Şafak söktü sökecek . Düşman bize savaş için davetiye çıkartacak değil ya çavuşum?
MEHMET ÇAVUŞ – Hangi hazırlıktan bahsediyorsun? Elimizdeki cephane neredeyse bitmek üzere. Yakında düşmanla göğüs göğse savaşmaya başlayacağız. İşte o zaman gerçek kahramanlar ortaya çıkacak.
HALİDE ONBAŞI – Allah verede bu savaştan yüzümüzün akıyla çıkalım. Hoş savaşı kazansak ne olacak ? Nasılsa masada kaybeden biz olacağız.!
ZEKİYE – ( Sahneye girer) Ne konuşup duruyorsunuz yine?
HALİDE ONBAŞI – Çavuşumla sohbet ediyoruz. Düğün dernek kuracağız da.
ZEKİYE – Ne düğünü?
MEHMET ÇAVUŞ – Yakında düğünümüz varda Zekiye.
ZEKİYE – Herkes siperdeki yerini alsın. ( Top sesleri duyulur. ) Düşman karaya çıkarma yapmaya başlamış. Kendinizi korumaya çalışın. Düşmana postunuzu bedavaya deldirmeyin. Sağlam kalın, sağlam kalın ki parçalarınızı toplamak zorunda kalmayayım.
MEHMET ÇAVUŞ – Terzi olmak kolay mı? Bizim yırtıklarımızı , kopuklarımızı toplayıp dikmek zorundasın. Bundan kaçısın söz konusu bile olmaz.
FATMA ONBAŞI – ( Biraz gülerek 9 Ne parçası toplayacaksın ki , sanki kalan parçaları bulacakmışsın gibi!
ZEKİYE – Her halde kopacak olan kollarla bacaklarınızdan söz ediyorum. Kopan kelleler ise ayrıca istif edilecektir, duyurulur.
MEHMET ÇAVUŞ – Bize görevini hatırlatmak zorunda mısın?
HALİDE ONBAŞI – Ah Zekiye, ah … Bizim parçamız önemli mi ki?
ZEKİYE – her parçanız benim için önemli, buna çok dikkat edin.
HALİDE ONBAŞI – Bizim kopacak olan parçalarımız hiç önemli değil. Yeter ki bu topraklar , bu cennet vatan toprakları, bu cennet vatanımız parçalanmasın. Ben nasıl olsa öleceğim. Ha bugün ha yarın! Parçalanacaksa benim vücudum vatan için parça parça olsun, yeter ki vatanımız parçalanmasın. Vücudumun parçalarını zor toplayacakmışsın, hiç toplayamayacakmışsın, ne gezer, birleştiremeyecekmiş-sin boş geç … Allah’tan isteğim bu vatan toprakları parçalanmasın.
ZEKİYE – Bırakın şimdi parçalanmayı.
FATMA ONBAŞI – ben bu vatan için parçalanmaya hazırım. Gerisi hiç önemli değil.
MEHMET ÇAVUŞ – Hepiniz de haklısınız. Çeneyi bırakalım da işimize bakalım. Ha bugün ha yarın nasıl olsa parçalanacağız. Parçalanıncaya kadar işimizi yapalım.

13

( Sahneye çocuklar ile iki kadın girer.)

TUĞBA – Yettik Zekiye abla.
ZEKİYE – Sizlerin ne işleri var burada, ortalık iyice kızışacak.?
TUĞBA – Senin için malzeme getirdik. Hem de kardeşimde senin için malzeme taşıdı.
ZEKİYE – Sağ ol Tuğba kızım.
KÜBRA – Ben bu malzemeleri senin için getirdim Zekiye ablacığım. Buyur al. ( Elindeki paketi uzatır.)
ZEKİYE – Sağ ol Kübra kızım. Sizler için ne söylesem azdır. Yalnız buraları sizler için iyice tehlikeli olmaya başladı. Ne olur bir dahaki sefere biraz daha geride kalın. ( Top sesleri yükselir. ) Bak düşman yine dişlerini göstermek üzere.
MEHMET ÇAVUŞ – Zekiye ablanız haklı çocuklar. Bu çocukları buralara kadar getirmeyin artık. Daha dikkatli olun, onlara bu vatanın ihtiyacı var.
3.KADIN – Trakya’ da durum iyice kızışmış. Ölmek var geri dönmek yok, ya şehitlik ya gazilik diye savaşıyorlarmış.
2. KADIN – İhtiyacınız olan cephaneyi getirdik. Bu seferine daha fazla getirdik.
ZEKİYE – Sağ olun bacılar, Allah sizlerden razı olsun.
3.KADIN – Bizler fazla oyalanmadan hemen geri dönelim.
MEHMET ÇAVUŞ – Savaş kızışmak üzere haydi çocukları alarak buradan uzaklaştırın.
FATMA ONBAŞI – Çocuklar, sizlerde teyzenizle birlikte geriye dönün, haydi iş başına. Buralarda fazla oyalanmayın, sizlerin yardımınıza ihtiyacımız var.
TUĞBA – Bizleri aldatmıyorsunuz değil mi?
HALİDE ONBAŞI – Niye aldatalım çocuklar.?
MEHMET ÇAVUŞ – haydi çocuklar sizlerde görev başınıza. Teyzenizle beraber gidin, bizim ihtiyaçlarımızı beraber getirin.
ZEKİYE – Haydi çocuklar. Çavuş haklı. Şimdi buraları sizler için tehlikeli, teyzelerinizle gidin, daha sonra tekrar malzemelerinizle birlikte gelin.
1. KADIN – Haydi yavrularım, biz görevimizin başına dönelim.
ZEKİYE – Fazla konuşmayın da iş başı yapın. Leyleğin ömrü laklak ile geçermiş.Sizler de gününüzü öyle geçirmeyin., haydi Allah her kesin yardımcısı olsun.

( Çocuklarla kadınlar sahneden ayrılırlar.)

FATMA ONBAŞI – Herkes görev başına.
ZEKİYE – Sizlerde kendinize dikkat edin, ayrıca sizlerle de uğraşmayayım.
FATMA ONBAŞI – Sana da kolay gelsin Zekiye.
HALİDE ONBAŞI – Kulağın bizde, gözün işinde olsun.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Top sesleri hızlanır. ) Herkes sipere, düşman hızını artırıyor.

( Işıklar söner )

Birinci perdenin sonu. Perde kapanır.

2 P E R D E

Çanakkale savaşlarının tarih yazılmaya başlandığı mart ayının ikinci haftasıdır. Bir tarafta Türk askerleri düşmanı boğazdan ve karadan İstanbul’a geçirmemek için var gücünü harcarken, diğer taraftan da İstanbul’a geçmek isteyen müttefik kuvvet komutanları son taarruz planlarını gözden geçirmekte, keyifli keyifli gülmektedirler.

14

S A H N E 1

( Düşman saflarında şafak sökmektedir. Geminin güvertesinde karayı seyreden komutan, yanındaki askerle konuşmaktadır.)

2. AMİRAL – Bugün içimde çok tuhaf bir duygu var. Sevinmek istiyorum , fakat bir türlü sevinemiyorum. İçimden bir türlü sevinmek gelmiyor. ( Gezinmeye başlar. Daha sonra boğazda bir yere bakar.) Günlerdir buralardayız. Şu körfeze demir attık, bir türlü ne ileriye ne de geriye gidebiliyoruz. Şu boğazı bir türlü geçemedik. Şu toprakları bir türlü elde edemedik. ( Askere döner. ) Oğlum, sıcak bir çay getir de şu soğuk havada içimiz ısınsın.
ASKER – Emredersin komutanım. ( Sahneden dışarıya çıkar.
2. AMİRAL – ( Telefon ile emirler yağdırmaya başlar.) Top atışları serbest, düşman siperlerini olanca gücümüzle bir dövelim bakalım ne çıkacak.
ASKER – ( Elinde çay fincanı sahneye girer.) Komutanım çayınızı getirdim. ( Cebinden puro çıkarır. ) Çay ile puro iyi gider komutanım. Bunun için size bir de puro getirdim, buyurun.
2. AMİRAL – Sağ ol , teşekkür ederim. ( Gemiden top atışları başlar. ) Bu gülleler karşısında hangi asker dayanır acaba? Karayı günlerdir dövdük, yine dövmeye başladık. Bu gülleler Osmanlının siperlerini delicesine dövecek. Ne yazık ki hala buradayız.
ASKER – Karaya çıkmayı dört gözle bekliyorum komutanım.
2. AMİRAL – Bende aynı düşüncedeyim. Bu puroyu daha sonra yakacağım.Hele toplar karayı biraz daha dövsünler. Siperler paramparça olsunlar. Boğazdan gemiyle ağır ağır ilerlerken bir taraftan siperlerden kaldırılan beyaz bayrakları seyrederken , diğer yandan da bu puroyu yakıp keyifle içeceğim. Yalnız puromu içerken şöyle koyu bir Osmanlı kahvesi olursa keyfime de diyecek olmaz.
1. AMİRAL – ( Sahneye girer. Elinde bir fincan çay ve purosu vardır.) Günaydın amiralim. Bu sabah kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
2. AMİRAL – Günaydın. Biraz daha mutlu olmayı , gülmeyi istiyorum. İyi olduğumu söyleyebilmek için daha erken olduğunu sanıyorum. İyiyim diyebilmek için şu boğazı geçmemiz gerekiyor.
1. AMİRAL – Düşündüğünüz şeye bakın. Bu olayda hiç zorlanmayacağımızı kaç defa söyleyeceğim size amiralim.
2. AMİRAL – Gemiden son top atışlarını yaptırıyorum. İki saat sonra boğaza doğru ilerlemeye başlayacağız. Şu ana kadar siperlerden ara sıra cevap veriyorlar. Eski atışları neredeyse yok denecek kadar az durumda.
1. AMİRAL – Ben size fazla zorlanmayacağımızı söylemiştim. Onların cephanesi de bitti , kendileri de bitti. Bana inanmamıştınız. ( Karaya doğru bakar ) Bakın, atışlarımıza karşılık bile veremiyorlar artık. Ellerinde cephane mi kaldı ki? Osmanlının askerleri bugün siperlerinden beyaz bayraklarını bize karşı sallayacaklardır, bundan emin olunuz.
2. AMİRAL – Amiralim, benim asıl koktuğum bu sessizlik.
1. AMİRAL – Bunda korkacak ne var ki? Her şeyleri tükendi, bu nedenle cevap veremiyorlar.
2. AMİRAL – Buna inanamıyorum.
1. AMİRAL – Ben İstanbul’daki randevumuza hazırlık yapmak istiyorum.
2. AMİRAL – Tedbiri yine de elden bırakmamak gerekir.
1. AMİRAL – Fazla karamsar olmaya gerek yok. Bakın atışlarımıza karşılık bile yok.
2. AMİRAL – İşte aksilik de bu amiralim.
1. AMİRAL – Neden?
2. AMİRAL – Bu adamaların elinde hiç mi cephane kalmadı? Bize neden ateş açmıyorlar ?
ASKER – Amiralim, bana göre de engel kalmadı artık.
1. AMİRAL – Cevap verecek halleri mi kaldı?
2. AMİRAL – Biz gece yarısından beri siperleri dövüyoruz. Karşıdan bizim atışlarımıza cevap bile veremiyorlar. İşte asıl tuhaflık burada. Ben bunu anlayamadım. Bu durum gerçekten beni korkutuyor.
15

1. AMİRAL – Korktuğun şeye bak amiralim. Ellerindeki cephaneleri bittikleri için bize cevap veremiyorlar. Ben biraz sonra filikalarla karaya çıkacağım. Karayoluyla da İstanbul yoluna koyulacağım.
2. AMİRAL – Senin dediğin gibi olsun.
1. AMİRAL – Başkasını düşünemiyorum.
2. AMİRAL – Ben de düşünmek istemiyorum, ancak içimde yinede bir kuşku var.
1. AMİRAL – Ne gibi bir kuşku ?
2. AMİRAL – Ya bizler bugüne kadar yanlış siperleri dövüyorsak? Bütün uğraşılarımız o zaman boşa çıkmış olmaz mı?
1. AMİRAL – Bunca yapılan istihbaratlar yanlış olacak değil ya ?
2. AMİRAL – Ben de öyle olmasını isterim. Ya tersi çıkarsa.?
1. AMİRAL – Hayal bile etmek istemiyorum.
2. AMİRAL – O zaman ne olur dersiniz amiralim? Boğazdan geçmek için hareket ettiğimizde bizim üzerimize bombaları atmaya başlarlarsa, işte o zaman ne yapacağız? Karaya çıkan askerlerimizi yoğun altında koruma altına da alamayız. Ya buna ne dersiniz amiralim?
1. AMİRAL – Yanıldığınızı ıspat edeceğim. Bunun için ben boğazdan gemi ile boğazdan değil karadan İstanbul’a gideceğim.
2. AMİRAL – Eğer bu savaş planında bir hata varsa , inanın düzeltilmesi imkansız olur. Çünkü bu planın tekrarı mümkün değil. Boğazın soğuk sularında biz boğuluruz, Osmanlı değil ! Ava gidelim derken avlanmak diye ben buna derim. Yaralı aslanı avlamak nasılmış işte sen o zaman gör dünyayı!
1. AMİRAL – Sen içini ferah tut amiralim. Harp dairesinin yapmış olduğu bu savaş planlarının yanılgı göstermesi mümkün değil.
2. AMİRAL – Ben de aynı şeyleri düşünüyorum. Ancak şu siperlerden hala bize karşılık verilmeyişi beni kara kara düşündürüyor.
1. AMİRAL – Sen fazla karamsar olmuşsun. Neredeyse beni de kötü düşünmeye yönlendireceksin. Buralarda uzun süre kalmak senin moralini bozmuşa benziyor.
2. AMİRAL – Öyle kabul edelim. Artık görev yerlerimize dönsek iyi olacak. Zira şafak söktü artık. Bir bölüm askerlerimiz senin komutanda karaya çıkacaklar. Ben de gemide kalanlarla boğazı geçip İstanbul’a gideceğim. Şu yarımadayı denizden ve karadan bir saralım bakalım altından ne çıkacak.
1. AMİRAL – Bu işin altından İstanbul geceleri çıkacak amiralim.
2. AMİRAL – İnşallah İstanbul geceleri çıkar. Aksi halde şu boğazın soğuk suları bizim boğazımızdan geçerek içimizi doldurur.
1. AMİRAL – İstanbul’da buluşmak üzere, rast gele !

( Işıklar söner.)

S A H N E 2
15 Mart 1951 sabahıdır. Şafak sökmek üzeredir. Osmanlı siperlerinde koşuşturmalar olmak-tadır. Savaş iyice hızlanmış, top, mermi sesleri ortalığı cehenneme çevirmiştir. Yaralananlar, şehit düşenler sedyelerle taşınmaktadır. Makineli tüfek seslerine top sesleri karışmaktadır.

( Işıklar yanar )
Kınalı Kuzu
Yozgat’ın Sorgun kazasının Karayakup köyünden cepheye gelen Murat, bölükteki tıbbiye öğrencilerinden Şükrü’ye bir mektup yazdırır :
“Anacığım kardeşlerimi askere gönderirken başına kına koyma… Zabit efendi bana sordu cevap veremedim. Kardeşlerim de cevap veremeyip mahcup olmasınlar.”
Bir müddet sonra Murat’ın anasından cevabi mektup yetişir:
16

“Ey oğlum, gözümün nuru Murat’ım! Zabit efendiye selam söyle… Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz. Sen dört kardeşin arasında kurbansın. Sen İsmail’sin (as).Sen orada şehit olacaksın inşallah.Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa, ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim.”
Ve mektup Çanakkale’de Murat’a ulaştığında, Murat’ın kınalı başı çoktan Allah’ına kurban gitmiştir bile…

MEHMET ÇAVUŞ – ( Siperin içerisinden boğazı seyreder.) Gelin bakalım beyler. ! Gelin misafirimiz olun. Yavaş yavaş gelin, sırayla gelin. Bizler misafiri severiz, misafir perveriz ama sizin gibi kötü niyetli, işgalci misafirleri sevmeyiz. Hele bir gelin bakalım.( Top sesleri ve makineli silah sesleri yükselmektedir.)
HALİDE ONBAŞI – ( Siperin içerisinde düşmanın hareketini izlemektedir.) Çavuşum, ortalık kızışacağa benziyor.
ER TEMEL- Kızışsun be hemşirum, kıyamet mi kopayru sanki.
MEHMET ÇAVUŞ – Kızışsın be onbaşım, ne fark eder ki?
HALİDE ONBAŞI – Bu gelişleri biraz diğer gelişlerine benzemiyor.
MEHMET ÇAVUŞ – Hiçbir şey fark etmez. Biz ne cehennemler gördük. ( Biraz heyecanlıdır) Bu gördüğümüz ne ki? Bunlar bir ateşmiş, ne fark eder. Bunların her tarafı ateş olsa ne olur? Ateş cürümü kadar yer yakar. Aslında bu gelenlerde o cürüm de yok. Baksana kaç gündür oyalayıp duruyorlar bizi. Aylardır şu boğazı geçe bildiler mi?
HALİDE ONBAŞI – Orası da doğru çavuşum.
MEHMET ÇAVUŞ – Elimizde, avucumuzda bir şey de kalmadı. Allah verede bugün cephane takviyesi olsun. ( Boğaza doğru bakar ) Şu elin gavuru ise hala şu boğazdan geçeyim mi , geçmeyeyim mi diye düşünüyor. Nerede bunlarda o cesaret.!
ER KEMAL – İnşallah cephaneye yakın zamanda gelir.
HALİDE ONBAŞI – Ben bu gelişlerinden biraz olsun korkmaya başladım. ( Biraz düşüncelidir.) Durumumuz hiç iyi değil. Dünkü hengameyi zor atlattık. ( Biraz bekler ) Cephanemiz ise gittikçe azalıyor. Cephaneyi idareli kullanıyoruz. Zorunlu olmadıkça cephanemiz harcamıyoruz.
MEHMET ÇAVUŞ – Üzülme onbaşım! Bunların yapabilecekleri hiçbir şey yok. ( Düşmanı gösterir. ) Baksana, şu boğazda misafirimiz olarak bulunuyorlar. Belirli bir zaman sonra çekip gidecekler. Kapıdan içeri girmek için izin istediler de biz de onlara içeri girebilirsiniz diye izin mi verdik?
HALİDE ONBAŞI – Doğru çavuşum. Biz misafirin iyi niyetlisini severiz, bunlar gibi gözü dönmüş, kötü emellisini değil! ( Yaralanma sesleri ve koşuşturmalar duyulur. Yetişin sesleri olur.)
ER TEMEL – Ben memleketten çay isteyeyum, madem misafirler gelecek, elimdeki çay yetmez.
ZEKİYE – (Sahneye girer) Siz dalganızı geçin bakalım. Hele güneş bir doğsun da siz o zaman görün ortalığın toz duman oluşunu. Ne konuşuyordunuz öyle.?
ER KEMAL – Güneşin bulutların ardında doğması da bir başka oluyor burada.
HALİDE ONBAŞI – Misafirlerimizi konuşuyorduk.
ZEKİYE – Hangi misafirleri?
HALİDE ONBAŞI – Şu denizde bulunan gemilerdeki misafirleri.
ZEKİYE – ( Biraz alaylı ) Siz dalganızı geçin bakalım. Hele dünkü gibi bir patırtı başlasın da, siz o zaman görürsünüz misafirin iyisini kötüsünü.!
HALİDE ONBAŞI – ( Ayağa kalkar, seyirciye doğru döner ve belirli bir noktaya bakar.) Bugün güneş doğacak. Yarın da doğacak, daha sonraki gün de doğacak. Bu düşman ise asla benim kapımdan içeriye girmeyecek. Bizler burada olduğumuz sürece bu gözü dönmüş
17
düşman bu cennet vatan topraklarına asla ayak basamayacaktır. Öyle yağma yok, biz daha
ölmedik, öyle yağma Hasan‘ın böreği de yok ortada, anlaşıldı mı? ( Sipere geri döner.)
ZEKİYE – Doğrusu sizlere şaşıyorum. Ortalık kızışmış, her taraf cehenneme dönmüş, sizler ise misafirin iyisinden kötüsünden konuşuyorsunuz.
HALİDE ONBAŞI – Ne olmuş ?
ZEKİYE – Misafirin iyisini, kötüsünü seçinceye kadar işinize bakın. Şimdi oturup ta misafir seçmenin zamanı değil, haydi dikkatli olun!
MEHMET ÇAVUŞ – ( Gülümseyerek ) Üzülme Zekiye kızım. Biz kimin iyi niyetli, kimin kötü niyetli olduğunu iyi biliyoruz. Biz misafiri gözünden tanırız. Bunların misafir olmadığını da biliyoruz. Bunlar olsa olsa bir canavardır. ( Gezinmeye başlar. Seyirciye doğru döner ve belirli bir noktaya bakar.) Bunlar olsa olsa birer leş kargasıdır, birer akbabayı andırıyorlar. Bunlar ( denizdeki gemileri gösterir) kendilerine medeni devlet diyorlar. Bunlar medeni devlet değil; aksine medeniyetsiz, şerefsiz, alçakların bir arada toplanmış olan zincirleridir bunlar.
ER TEMEL- Doğru söyledun çavuşum. Biz misafiri başumuzun üzerinde tutaruz da.
HALİDE ONBAŞI – Haklısın.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Seyirciye döner. ) Osmanlı devletini ölmek üzere olan bir varlığa benzetiyorlar. Akbabalar, canavarlar, leş kargaları ölmek üzere olan varlıklara, çaresizlere saldırı onun başında nöbet tutar yiyebilmek için. ( Biraz gülümser. ) Biz henüz ölmedik, ayaktayız.
(Denizdeki gemileri gösterir) Beyler! Bizler ölmedik! ( Seyirciye döner. ) Bizler böyle canavarların, leş kargalarının, akbabaların dişlerinin nasıl söküleceğini, kafalarının nasıl koparılması gerektiğini iyi biliyoruz.
ZEKİYE – Sen şimdi onların kafasının koparılmasını bırak ta, bu gün kendi kafanı kopartmamaya bak çavuşum, olur mu ?
MEHMET ÇAVUŞ – Düşündüğüne bak. Bu düşmanların dişlerini nasıl kırdığımızı, kafalarını nasıl kopardığımızı onlar çok iyi bilirler. Bizler; bu köpeklerle uğraşa uğraşa öğrendik bu işleri. Bu nedenle sen hiç merak etme, öyle bizleri de fazla düşünme olur mu?
ZEKİYE – Vallahi ben onu bilmem. Siz bugün de postunuzu deldirmemeye bakın. Elimizdeki ilaçlar iyice azaldı. Yakında yardım gelmezse kimseyi uyuşturmadan dikiş dikeceğim, haberiniz olsun! Anlaşıldı mı ?
HALİDE ONBAŞI – Üzüldüğün şeye bak Zekiye. Acı patlıcanı kırağı çalmaz. Biz ne savaşlar gördük, ne şarapnel parçaları ile tanıştık bir bilsen. Biz mermilerle dost olduk. Hepside bize gülerek “ Kusura bakmayın, sakın üzülmeyin, sizin canınızı yakmayacağız, sadece sizlerle tanışmak istemiştik ” dediler, daha sonrada bizden uzak bir yere düştüler. Hani arada sırada şamarı yapıştıranı olmadı değil, yinede beraber olduklarımız oldu doğrusu.
ZEKİYE – İnşallah fazla hasar vermeden bu günü de geçiririz.!
MEHMET ÇAVUŞ – Üzülme Zekiye, bugünler de geçer.
FATMA ONBAŞI – ( Sahneye girer.) Düşman tekrar saldırıya geçmiş. Şimdi gelen haberlere göre ortalık şimdiden cehenneme dönmüş bazı yerlerde. Karşıdaki yarımada ise cehennem gece de devam etmiş.Karaya çıkartmalar devam ediyormuş. Kıyı tamamen düşman askeriyle sarılmış. Kan kusuyorlarmış. Yakında bizim buralara da başlayacakmış , haberiniz olsun.
ZEKİYE – Aman daha dikkatli olalım.
HALİDE ONBAŞI – Gelecekleri varsa görecekleri de vardır. Kolay kolay bu postu teslim etmem ben. Şu boğazı bir güvence altına alalım gerisi önemli değil. Bizlere gemilerden sadece ateş açıyorlar, başka da yaptıkları yok.
MEHMET ÇAVUŞ – Hele bir gelsinler bakalım.
FATMA ONBAŞI – Boğazdan bir geçmeye kalksınlar, onlara bu boğazı dar ederim. Onlara bu boğazın sularını mezar yaparı mıyım, yapmaz mıyım ? Sanki bu boğazdan geçmek kolaydı.?
ZEKİYE – ( Biraz alaylı) Eh, nede olsa bizim misafirimiz olacaklar, öyle değil mi? FATMA ONBAŞI – Ben bunların yüzünden; köyümü, çoluğumu çocuğumu bırakıp buralara geldim.
MEHMET ÇAVUŞ – Hepimiz de aynı iş için buralara geldik.
18

ZEKİYE – Ben onu bunu bilmem, biraz dikkat edin.
FATMA ONBAŞI – ( Seyirciye doğru. ) Ben, eşimi bu yerde şehit verdim ve onun şehit olduğu yerde de görevini ben aldım. ( Biraz hüzünlü ) Köydeki tarlamı süremedim şu gavurun yüzünden. Hele şu boğazı geçmek için bir denesin de göreyim. Ben burada şehit olmaya, bu cennet vatan için kendimi feda etmeye geldim, hele boğazı geçmek için bir denesinler bakalım. Şu boğazın soğuk sularını onların midelerine indirir miyim, indirmez miyim?
ZEKİYE – Hepimizde aynı durumda. Ailelerimizden en az bir şehit verdik. Silahtan çok korkarım. ( Seyirciye döner.) Ama çadırda yapacak işim kalmaz, burada silahı alıp bana da görev düşecek olursa, mutlaka şu silahı ( Çavuşun elindeki silahı gösterir.) elime alırım. Ancak bana çadırda görev kalmazsa o zaman düşmanla göğüs göğse düşmanla savaşmaya başlarım.
MEHMET ÇAVUŞ – Allah bizleri korusun., yalnız bu bir savaş.
ZEKİYE – Bunun bir savaş olduğunu hepimiz biliyoruz da, yalnız bunu anlamayanlar da var içimizde, ben de onu anlamıyorum.
ER ALİ – Ben şehitlik mertebesine erişmek istiyorum burada.
MEHMET ÇAVUŞ – Hamama giren terler derler. Ne olursa olsun mutlaka zarar göreceğiz. Ne yapalım? Ölürsek şehit, kalırsak gaziyiz.
FATMA ONBAŞI – ( Heyecanlı bir şekilde ) Haklısın çavuşum, şehitliği bütün kalbimle istiyorum. Allah’ım bana burada şehit olmayı nasip eyle.
ZEKİYE – Bizim için öyle ama, karşı tarafta şehit olacak yok. ( Düşman gemilerini gösterir)
HALİDE ONBAŞI – Ben şehit olmaya hazırım.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Top sesleri, tüfek sesleri çoğalır, yaralanma sesleri duyulur) Haydi çeneyi bırakalım da görevimizi yapalım.
ZEKİYE – Tek bir parça olarak kalmaya bakın.
ER TEMEL – Hepimuz tek parça kalayruz Zekiye, sen merak etme.
( Hep bir ağızdan “ olur Zekiye, merak etme ” sözleri duyulur. Işıklar söner.)
Üsteğmen Zahid’in Vasiyeti
“Bu günlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz.Bilirsin , her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme… Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasip etti ise , benden şehitlik rütbesini esirgemediği taktirde , elbette , ruhlarımızı da birbirine kavuşturur.Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu.Ancak , sana bir vasiyetim var :
Birincisi benim için kat’iyyen ağlama…
İkincisi, eşyamın listesi ilişikte.Bunları sat , ele geçecek paradan “mihr-i muaccel ” ve “mihr-i müeccel ” ini al , üst tarafı ile bana bir mevlüt okut.Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma…”
Ayrıca mektubun içinden kırmızı kordelaya bağlı bir de saç demeti çıkar.Saçın tazeliği bunun mini mini bir yavrunun başından kesilmiş olduğunu göstermektedir.
İşte o zaman herkes Zahid’in evli olduğunu ve Nadide isminde de bir yavrusunun varlığını öğrenir.Çünkü Zahid Üsteğmen cepheye gelirken arkasında evlad ü iyal düşüncesini de bırakmıştır.Ve savaş boyunca ne izin isteyerek evine gitmeyi düşünmüş ne de o konuda iki çift laf etmiştir.
19

Zahid , 9 Ocak 1916’da şehit olur.
Gümüşhane’nin Şiran ilçesinden Üsteğmen Zahid , Aziziye ilçesinin Kılıç Mehmet Bey köyünden Ahmet Efendi’nin kızı , eşi Hanife Hanım’a yazdığı ve vasiyetini bildirdiği mektubunu şu cümle ile bitirir :
“Bu vasiyetimi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim.”

S A H N E 3

( Işıklar yanar. Sahneye kadınlar ve çocuklar girerler. Daha önceden siperlerde askerler görev başındadır.)

HALİDE ONBAŞI – Hoş geldiniz bacılar.
1. KADIN – Hoş bulduk. Buralarda durum nasıl?
HALİDE ONBAŞI – Ortalık iyice kızışmaya başladı.
2. KADIN – Düşman bütün gücünü Saroz Körfezine yığmış. Karadan İstanbul’a gidebilmek için yol arıyormuş. Orada kan gövdeyi götürüyormuş.
MEHMET ÇAVUŞ – Bacılar, yakında burası da aynı olacak, bizim durumumuz da Saroz Körfezindekilerden farksız.
1. KADIN – Saroz körfezinde düşman bütün gücüyle saldırıyormuş. Askerlerimiz düşmanın karada tutunmasını engellemek için var gücünü ortaya koymuş. Askerimiz destan yazıyor körfezde.
ER KEMAL – Aslanlar beee, burada da aynısı olacak. Hele boğaza doğru bir hareket etsinler de görelim bakalım dünya onlara dar geliyor mu, gelmiyor mu?
MEHMET ÇAVUŞ – Destan yazmak değil, vatanı korumak önemli bacılar.
3. KADIN – Mülazim yüzbaşı, gönderdiğimiz cephaneyi idareli kullansınlar, zorda kalmadıkça cephane harcamasınlar dedi.Boşa atılacak mermimiz yok diyor.
HALİDE ONBAŞI – Bunun idaresi mi kaldı.? Elimizde ne varsa onunla savaşıyoruz. Mermimiz biterse süngü takıp düşmanı bekleyeceğiz. ( Top sesleri duyulur.)
FATMA ONBAŞI – ( Gemileri göstererek ) Bakın çavuşum, gemiler hareket etmeye başladılar. ( Top sesleri yükselir.) haydi buralarda fazla oyalanmayın bacılar.
4. KADIN – Buralarda iyice kızışacak.
MEHMET ÇAVUŞ – Bunlar çıkartma gemisine benzemiyor. Bunlar boğazı geçmek için harekete geçtiler. Haydi acele edelim, bu seferine bu gavurun işi ciddi galiba.
1. KADIN – Desenize buraları da karışacak artık.
4. KADIN – Karışmayan neresi kaldı ki?
1. KADIN – karaya çıkartma yapmadan boğazdan nasıl geçecekler ki?
MEHMET ÇAVUŞ – Bu gemilerden bir kısmı karaya çıkacak, geri kalanlarda gemilerle yollarına devam edecekler.
HALİDE ONBAŞI – Allah verede cephanemiz tükenmesin.!
1. KADIN – İstanbul’da ne var ki ?
ER TEMEL – Çavuşum, İstanbul çok güzel biliyor musun? Buraya gelirken iki gün gezdim İstanbul’da.
MEHMET ÇAVUŞ – İstanbul’a ulaşırlarsa savaş sona erecek. İstanbul’da bunlara karşı koyacak güç mü var? Payitaht düşerse bizim savaşmamıza gerek kalmaz.
FATMA ONBAŞI – Bu gemilerin İstanbul’a ulaşması demek, bizim sonumuz demektir.
1. KADIN – Desenize bizlere büyük görev düşüyor burada.
ZEKİYE – ( Sahneye girer ) Burada duruyorsunuz bakıyorum. Yine neler konuşuyorsunuz?
20

FATMA ONBAŞI – Düşmanın denizde ilerlemesini.
ZEKİYE – Düşman her tarafta ilerlemeye başladı. Denizde ilerlediği gibi, karaya da çıkartma yapmaya başlamış yakında buralara da gelecektir. Fazla oyalanmayalım! Kafalarınızı siperden çıkarmamak için uğraşın, sonra şekil bozukluğuna uğramayın, anlaşıldı mı?
HALİDE ONBAŞI – Düşmanın geleceği varsa göreceği de vardır. Hele biraz daha yaklaşsınlar bakalım. Bunlara şu boğazın soğuk suları mezar oluyor mu olmuyor mu göreceğiz!
MEHMET ÇAVUŞ – Lüzumsuz konuşmaları bırakalım, görev başına.
1. KADIN – Allah hepimizin yardımcısı olsun.
4. KADIN – Bizler cephene getirmek için geri gidiyoruz. Allah yardımcınız olsun.
2. KADIN – Allah yardımcınız olsun, Allah’a ısmarladık.
MEHMET ÇAVUŞ – Yolunuz açık olsun. Burası cehenneme dönecek bugün.
ZEKİYE – Cehennemin yanı sıra ilaç ve sargı bezine de ihtiyaç var.
MEHMET ÇAVUŞ – Ne fark edecek?
ZEKİYE – Cephane size lazım. İlaç ta bana. İlaçla sizlere cehennemin içerisinde gölge bulmaya çalışacağım. İlaç sayesinde sizlerin ateşinin yükselmesini önleyeceğim.
HALİDE ONBAŞI – Boş ver be Zekiye.
ZEKİYE – Boş veremem, ihtiyaç fazla, dikkatli olun.
FATMA ONBAŞI – ( Kadınlara döner.) Sizlere hayırlı yolculuklar. ( Top sesleri yükselir.)
ER TEMEL – Gelin bre gavurlar, gelin bre, ben buradayum.
FATMA ONBAŞI – Temel, dikkat et, başını çıkarma.
ER TEMEL – Korkma onbaşum, ( Sper içerisinde aya kalkar) bunlardan mu korkacağum da.. ( Bu sırada sipere yakın bir bomba patlar. Temel yaralanmıştır. Şehadet getirmeye başlar.) Eşhedu enlailahe illalah.. ( İki asker Temel’e doğru koşar.Temel, şehit olur.)

( Yaralanma sesleri, yardım istemeler çoğalır, ışıklar söner.)

S A H N E 4

Savaş ağırlığını olanca gücüyle göstermiş, ortalık toz dumandır. Trakya’da, bilhassa Arıburnu, boğaz kıyıları tamamen cehenneme dönmüş , bir çok yerde Osmanlı askeri düşmanla göğüs göğse savaş yapılmaktadır. Boğaza doğru ilerleyen düşman gemileri olanca kinlerini Mehmetçiğin üstüne kusmaya başlamıştır.

MEHMET ÇAVUŞ –Allah , Allah… Yarabbi , bana bu savaşta şehit olmayı nasip eyle. ( Siperin içerisinde gezinmeye başlar. Bir taraftan da türkü söylemeye başlar. )

Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of of 0f gençliğim eyvah

Çanakkale içinde aynalı çarşı
Anne ben gidiyorum düşmana karşı
Of of of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde bir dolu desti
Anneler bacılar ümidi kesti
Of of of gençliğim eyvah

Anonim

21

ZEKİYE – ( Sahneye girer) Hayrola çavuşum.
MEHMET ÇAVUŞ – Düğümüz var bugün.
ZEKİYE – Bırak şu türküyü Allah aşkına.
HALİDE ONBAŞI – Sen Zekiye’ye aldırma çavuşum, söylemeye devam et.
ZEKİYE – Akşama sağ kalmak için uğraşalım bu günde.
MEHMET ÇAVUŞ – Bugün düğünümüz var bacılar. ( top sesleri duyulur.) Bugün şenliğimiz var. ( Seyirciye doğru döner) Bu şenliğe sizlerde katıldığınıza göre neden üzülelim? Korkacak, üzülecek neyimiz var ki? Ölürsek şehit, kalırsak gazi değimliyiz. Allah var ya ben şehitliği arzuluyorum.
HALİDE ONBAŞI – Aldırma çavuşum. Ben ailemden beş şehit verdim. Altıncısı ben olsam ne olur. ? Yeter ki vatanımızı kurtaralım.
FATMA ONBAŞI – Siz işin gırgırında bulunun bakalım.
ZEKİYE – Yaralanmalar başladı. Ben görevimin başına döneyim.
FATMA ONBAŞI – Zekiye, yaralıların yardımına koşar mısın?
ZEKİYE – Gidiyorum onbaşım, yettim kardeşlerim. ( Koşarak sahneden dışarıya çıkar.)
MEHMET ÇAVUŞ – Allah’ım sıra bana ne zaman gelecek.? Gelin bire gelin bire gavur bozmaları.! Gelin serseri köpekler. ( Yakınlarına top mermileri düşmektedir. Kurşun sesleri sessizliği boz-makta ve vınlamaktadır.) Buraya gelin de sizler de görün dünyanın kaç köşe olduğunu. Buraları sizlere mezar edelim de görün hasta Osmanlının aslan askerini.
HALİDE ONBAŞI – Çavuşum, bak, görüyor musun?
HALİDE ONBAŞI – Bakın geminin biri isabet aldı batıyor. ( Boğaza girmekte olan yaralanan gemiyi gösterir.)
(Siperden sevinç çığlıkları yükselir. Bunun üzerine tekbir getirilir, Allah’ü ekber )

MEHMET ÇAVUŞ – Allah’ım, ne büyüksün ki bu günü de gördüm. Sen bizlere yardım et, bizleri düşmanlarımıza mahçup etme. Bu hengameden başarıyla çıkalım Allah’ım!
FATMA ONBAŞI – (Heyecanla ayağa kalkar top sesleri iyice çoğalmıştır.) Bakın, gemilerden biri daha isabet aldı, Allh’ü ekber.
MEHMET ÇAVUŞ – Ayağa kalkma, kendini koru, çök, çök!

( Top, tüfek, bomba sesleri yükselir. Yaralanmalar başlamış, çevreden yardım isteyen ve yardıma koşan insanların sesleri yükselir.)

HALİDE ONBAŞI – Elde var iki, bu da saf dışı kaldı çavuşum. ( Heyecanlanır ve aya kalkar. Elindeki silahı düşmana doğru bütün mermileri boşaltır.) Haydi gelin bakalı. Nasıl oluyormuş bizi yok etmek.!
MEHMET ÇAVUŞ – Onbaşım, kendine dikkat et. Siperden başını çıkarma sakın. Bir de seninle uğraşmayalım sonra.
HALİDE ONBAŞI – Allah’a şükür çavuşum. Sevinmemek olur mu, bu gün mutlu günümüz bizim. İşte şimdi düğünümüz başladı, düğün; sevinçle, gülerek, oynayarak olur.

( Bağrışmalar, yaralanma sesleri gelir.)
MEHMET ÇAVUŞ – Sen yinede dikkatli ol.
FATMA ONBAŞI – Gelin bakalım, nasıl oluyormuş kahpece arkadan saldırmak, gelin
de gününüzü görün.!

22
HALİDE ONBAŞI – Bu boğaz şimdi kime mezar olacak, görürsünüz siz!
FATMA ONBAŞI – Halide, kendin e dikkat et. Çavuşumun dediği gibi savaşın sonunu göremezsin sonra. (Top sesleri iyice yoğunlaşır. Mermi sesleri vınlayarak yankı yapar. ) Bak, her tarafımızdan mermiler vızır vızır geçiyor. Bizimle tanışmak istiyorlar sanki, kendine dikkat et.
HALİDE ONBAŞI – Gelin bakalım, gelin bire çapulcu takımı. ( Kendine hakim olamaz siper içerisinde aya kalkar ve gezinmeye başlar.)
( Top sesleri, yaralanmalar iyice yükselir. Askerlerden inleme ve imdat sesleri artar.)

MEHMET ÇAVUŞ – Zekiye, neredesin? Buraları yaralılarla doldu. Haydi acele edin, yaralıları bir an evvel taşıyın buradan.
FATMA ONBAŞI – ( Denizde isabet alan bir düşman gemisini göstererek ) Çavuşum, bakın, ne kadar güzel değil mi? Allah bugün bizimle beraber. Allah’ım ne büyüksün, sana şükürler olsun.
HALİDE ONBAŞI ( Heyecanlıdır.) Hey güzel Allah’ım, nelere kaadirsin ki bizleri bugün düşmanlarımıza mahcup etmedin. Sana şükürler olsun. ( Siperin içerisinde gezinmeye devam eder.)

FATMA ONBAŞI – Halide, kendine dikkat et, Kafanı siperden dışarıya çıkar, sonra fazlalıkları almasınlar.
MEHMET ÇAVUŞ – Çeneyi bırakın da işimize bakalım. Kendinizi serseri bir kurşuna hedef yapmayın, bedavaya da gitmeyin, haydi tam sipere yatın.

HALİDE ONBAŞI – ( Bir türlü yerinde duramaz) Gelin bire, gelin bakalım! Boğazı geçmek nasıl oluyormuş, öğrenin. ( Bir anda siperden dışarıya çıkar düşmanın üstüne doğru gitmeye başlar. Yakınında patlayan bombanın şarapnel parçalarından bir Halide Onbaşıya isabet eder.) Allah, Allah’ü ekber ..

( Halide onbaşı olduğu yere yığılır. Kelime-i şehadet getirir.)

FATMA ONBAŞI – Halide ( Diye seslenir, büyük bir şaşkınlık içerisinde kalır.) Aman Allah’ım, çavuşum koşun…
MEHMET ÇAVUŞ – ( Yerde sürünerek siperden dışarıya çıkar) Zekiye, buraya koş. Halide onbaşı şehit düştü. ( Halide Onbaşı’nın yanına gider. ) Bana yardım edin.
FATMA ONBAŞI – ( Yerde sürünerek Mehmet Çavuş’a yardıma gider. ) Geldim çavuşum. ( Halide Onbaşı’nın koltuk altından tutar.)
MEHMET ÇAVUŞ – ( Ayaklarından tutarak Halide Onbaşı ile sürümeye başlarlar. Sipere getirirler. ) Bu kadar aceleye ne gerek vardı be onbaşım. Acelen neydi.?
ZEKİYE – (Sahneye girer. Siperin içine çekilen Halide Onbaşı’ya bakarak) Ne oldu , Halide Onbaşım, aman Allah’ım ( Şaşkınlık geçirir.) Sende mi gittin be onbaşım? ( Fatma Onbaşı ile Halide onbaşıyı sedye ile dışarı çıkarırlar.
MEHMET ÇAVUŞ – Gelin bire gavurlar, kafirler, gelin. Gelin bire gözü dönmüş köpekler., gelin. Allah’ü ekber, yarabbi bana d şehitliği nasip eyle.!
FATMA ONBAŞI – ( Sahneye girer ) Çavuşum, Halide Onbaşı şehit oldu. Onun erdiği mertebeye Allah bizleri de erdirsin. ( Gömleğinin üstten iki düğmesini çözer. İçeriden Türk bayrağını çıkarır.)Çavuşum., ben bu topraklar için , bu bayrak için ( Ayağa kalkar ve bayrağı tamamen açar ) Bu bayrak için buradayım. Bu bayrak savaşta benim önderim, yol göstericim oldu. Eğer burada şehit düşersem bu bayrağı benim kefenim yapar mısın.?
23

MEHMET ÇAVUŞ – Şehit olmaz, senden sonraya kalırsam, Türk bayrağını senin kefenin yaparım . Ancak ben senden önce şehit olursam ( Gömleğinin düğmesini açar. Bayrağı hafifçe çıkarır) sen de bu bayrağı benim kefenim yapar mısın?
FATMA ONBAŞI – Yaparım çavuşum.
ZEKİYE – (Sahneye girer.) Ne o, miras mı paylaşıyorsunuz? Dışarıda cehennem yaşanıyor, siz burada hala sohbet ediyorsunuz.?
FATMA ONBAŞI – ( Elindeki bayrağı gösterir.) Zekiye, şehit olursam; bayrağı kefenim yapar mısın diye çavuşuma sordum, bunda ne kötülük var?
ZEKİYE – Siz dalganızı geçin bakalım. Sanki hala düğündeymişiz gibi davranıyorsunuz, hayret doğrusu.
MEHMET ÇAVUŞ – Bugün bizim düğünümüz, bugün zaferimizin düğününü yapacağız Allah’ın izniyle.
ZEKİYE – Dışarıda ( Uzak yerleri gösterir) göğüs göğse çarpışmalar başlamış. Bizde de başlamak üzere. Kan gövdeyi götürüyor. ( Top sesleri yükselir.) Biraz daha dikkatli olun! Kendinize dikkat edin, elimimizde ilaç ta kalmadı haberiniz olsun.
FATMA ONBAŞI – Benim için bir şey fark etmez.
MEHMET ÇAVUŞ – Benim içinde fark etmez.
ZEKİYE – Fe süphanallah.( Diyerek sahneden dışarıya çıkar.)

( Loş bir ışık olur. Top sesleri gittikçe artar. Yaralanmalardan dolayı askerlerin feryatları duyulur. Yardım edin… yetişin… buraya yetişin.. sesleriyle ortalık iyice kararır ve karanlık olur.)

( Sahne boşalır, kimse kalmaz.)

S A H N E 5

( Savaşın şiddetlendiği, göğüs göğse savaşların yapıldığı an gelmiştir. Siperlerden düşmana atacak mermi de kalmamıştır. Ortalık kan gölüne dönmüştür. Hiç kimse kimseyi tanıyamamaktadır. Düşman gemilerinden Osmanlı siperleri dövülmektedir.)
Hasan Etem’in Validesine Son Mektubu
Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi,
Nasihat-amiz mektubunu Divrin Ovası (Niğde) gibi, güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti.
Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annenden mektup
24
geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki
muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim çağıl çağıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu …
Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasıyla beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri :
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala dedim, aldım baktım, sütlü çay…
-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu ?
-Evet dedim. Evet ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: “Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi”
Şevket merak etmesin o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat, valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni , evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim.Şevket, Hilmi (kardeşleri) de senin sayende görecekler.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerler saf saf dizilmişler.Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah’ım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık.. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, azımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Allah’ı. Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların şu heybetli dağların Halikı. Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, Sen’i takdis eden ve Sen’i ulu tanıyan Türklere mahsustur.
25
Ey benim Rabbim !
Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i Celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahfeyle. ”Diyerek dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Oğlun Hasan Etem
Mektubu yazan, ihtiyat zabit ( yedek subay ) namzedi Hasan Etem, İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıfına devam ederken aynı zamanda Beyazıt Nümune Mektebi’nde öğretmendi. Düşmanın Çanakkale’ye dayandığını işittiğinde gözünü kırpmadan binlerce akranı gibi cepheye koştu. Gönüllü yazıldı.
Bu onun son mektubuydu. Bu mektubu yazdıktan iki gün sonra Maydos (Eceabat)’da şehit oldu…

MEHMET ÇAVUŞ – Allah’ü ekber, bir gemi daha batırdık. Cephane getirin buraya, cephane kalmadı, acele edin biraz.
FATMA ONBAŞI – Acele edin , benim de mermim bitiyor, haydi mermi getirin buraya.

(Sahneye çocuklarla 1. kadın ve 2. kadın girerler.)
TUĞBA – Yetiştik çavuşum, onbaşım , yetiştik. Mermi getirdik sizlere, ilaç getirdik.
1. KADIN – ( Kutuları siperin içine sokar ) Alın mermilerinizi. Yetiştim ağalar, bacılar yetiştim. ( Zekiye’ye seslenir. ) Zekiye, senin isteklerini de getirdim.
MEHMET ÇAVUŞ – Çocuklar, sizlerin ne işi var burada.? ( Top sesleri gelir, mermiler vızıldaşır.) Derhal bu siperlerden geri çekilin. Ben size buralara kadar gelmeyin demedim mi? TUĞBA – Geride mermi taşıyacak kimse kalmadı. Herkes görevini yerine getirmeye çalışıyor. Görevimizi yapmak suç mu?
MEHMET ÇAVUŞ – Sağ olun çocuklar. Ancak yinede buraları sizler için çok tehlikeli.
KÜBRA – Sizler istemeseniz de biz yine getireceğiz.
FATMA ONBAŞI – Tuğba, Kübra; sizler bir an evvel buralardan uzaklaşın. Geldiğiniz gibi hemen geriye çıkın ki, zarar görmeyin.
1. KADIN – Bunların önüne geçemedim. Mermileri aldıkları gibi yola koyuldular, dur demeye kalmadan siperlere kadar yürüdüler, ben kendilerine engel olamadım.
FATMA ONBAŞI – Ha o şehit olmuş, ha biz, ne fark eder? Sonunda hepimiz bu vatan toprakları, bayrak ve namus için savaşıyoruz. Sağ olun çocuklar, Allah sizlerden razı olsun. Çocuklara kızmayalım, onlar da görevlerini yerine getiriyorlar.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Top seslerinin yükselmesi üzerine ) Şimdi çeneyi bırakalım da işimize bakalım, elin gavuru bizim sohbetimizin bitmesini beklemez. Haydi iş başına, her kes görev yerine.
TUĞBA – Ben kardeşimle geriye döneceğim. Yine oradan mermileri alıp buraya kadar getireceğiz. Hoşça kalın. ( Kardeşinin elinden tutar, yürümek için hazırlanır.)
MEHMET ÇAVUŞ – Bir dahaki gelişlerinizde bu kadar yakınımıza gelmeyin çocuklar.
26

FATMA ONBAŞI – Haydi şimdi gidin çocuklar.
1. KADIN – Biz gidiyoruz., sizlere Allah kolaylık versin. Haydi çocuklar, bizlerde işimizin başına dönelim.
( Tuğba kardeşinin elini bırakır. 1. kadın Kübra’nın elini tutar. Tuğba grubun önünde gitmek için yalnız hareket eder. Bu sırada siperlerin yanında patlayan bir bombanın şarapnelleri Tuğba’yı yaralar. Tuğba olduğu yere yığılır. Bağrışmalar başlar.)
FATMA ONBAŞI – Aman Allah‘ım, Allah’ım, kız gitti, çavuşum yetiş, Tuğba yaralandı.
( Siper yoğun top atışı altındadır. Top sesleri kulakları sağır edecek kadar yükselir. )
MEHMET ÇAVUŞ – Aman Allah’ım ! Tuğba, Tuğba , ( Siperden çıkar, gözlerinden yaşlar akar. Tuğba’yı kucağına alır. Çadıra doğru çocuğu götürmek için birkaç adım atar. Bu sırada yakınında patlayan bir bombanın şarapnel parçasıyla yaralanır. Seslenir. ) Zekiye, koş çocuk yaralandı. ( Yarasının ağırlığından kendiside ilerleyemez. Olduğu yere sırtüstü uzanır. Çocuk kucağın uzanır. Dua yapar. ) Allah’ım, sana şükürler olsun. Allah’ım ne büyüksün ki benim isteğimi yerine getirdin, şükürler olsun.
FATMA ONBAŞI – Zekiye, neredesin, koş, çavuşta vuruldu. ( Çaresiz kalır ) Yetişin, yardıma koşun.
MEHMET ÇAVUŞ – ( Yattığı yerden ) Hakkınızı helal edin. ( Kelime-i şehadet getirirken sesi kesilir. ( Artık şehit olmuştur.)
FATMA ONBAŞI – ( Mehmet çavuşun yanına gider. Gözlerinden yaşlar akar. Mehmet çavuşun elini tutar. ) Sen rahat ol çavuşum. Sen rahat uyu Tuğba kızım.
( Tuğba’nın da elini tutar. )
ZEKİYE – ( Sahneye girer ) Çavuşum, çavuşum, Tuğba… Aman Allah’ım, Yarabbi!
FATMA ONBAŞI – Sizler rahat uyuyun. ( Mehmet çavuşun gömleğinin içindeki Türk bayrağını çıkarır. Ayağa kalkar. Tuğba ve Mehmet Çavuş’un üzerine Türk bayrağını boydan boya öter.)
ZEKİYE – Adaletin bu mu Allah’ım.! Haydi çavuşum neyse, ya bu çocuk! Ya bu küçücük çocuklar! ( Şehit olan Tuğba ile Kübra’yı ayrı ayrı gösterir. )

( Işıklar loş bir hal alır.)
(Savaşın en hızlı dönemi artık sona ermektedir. Düşman cephesinde ise tam bir perişanlık yaşanmaktadır. Düşmanlar ağır kayıplar vermiş, geride sağlam kalan gemilerini ve askerlerini toparlamak için çalışmaktadırlar. Düşman tarafı )
2. AMİRAL – Haydi çocuklar, acele edin. Neredesiniz sizler.?( Sinirli sinirli söylenmektedir.)
ASKER – (Sahneye girer.) Komutanım, elimizdeki cephane tükenmek üzereymiş.
2. AMİRAL – Bütün aksilikler de beni bulur zaten. ( Geminin bordasın bir filika yanaşmıştır. ) Şu kayıktaki insanları gemiye çıkartın, acele edin biraz.
1. AMİRAL – (Perişan bir vaziyette komutan köşküne çıkar.)Amiralim, karada sanki cehennem var. Burayı hemen terk edelim amiralim.
2. AMİRAL – Amiralim, siz İstanbul’a gitmeyecek miydiniz? ( Şaşırmıştır.)
1. AMİRAL – Ne İstanbul’u amiralim. ( Halen titremektedir. ) Gemiye kendimizi zor attık kalanlarla. Canımızı kurtaralım o da yeter.
27

2. AMİRAL – ( Zorla gülümsemeye çalışır. ) Ben sizlere acele etmeyelim demiştim. Çünkü biz savaşa başlamadan savaşı masada bitirdik. Uygulamayı görmeden zafer ilan ettik. ( Boğaza bakar.) Bak ellerindeki mermiler de bitmemiş. Bizim onların hedefine girmemizi beklemişler. ( Biraz acı acı gülüm-ser ) Şu an bütün gemiler tam hedefte , hepsini de birer birer batırıyorlar. Bu arada boğazda mayın dolu . Bir çok gemimiz mayınlar nedeniyle yara alıyor, ya da batıyorlar. Ellerindeki cephaneyi idareli kullanmışlar. Bunu da sizlere söylemiştim.
1. AMİRAL – Ne olur amiralim, emir verinde şu cehennemden bir an önce kurtulalım.
2. AMİRAL – Kaçmasına kaçalım. ( Telefonu eline alır. ) Geriye dönüyoruz. Menzil dışına çıkıyoruz. Acele edin, hemen manevra başlasın. ( Osmanlı siperlerinden atılan bir top mermisi geminin cephaneliğine düşer. Gemi birden infilak etmeye başlar.) Canını seven kendini kurtarsın. Gemi isabet aldı. Haydi filikaları indirin.
1. AMİRAL – Nasıl olur.?
2. AMİRAL – Fazla rüya ile yatıp kalkanlar, sonunda buz gibi su ile ayılırlar amiralim. ( Gemiden feryatlar yükselir. ) Herkes filikalara, haydi denize iniyoruz.
1. AMİRAL – Bu ne biçim savaş. Bitti dediğimiz, hasta dediğimiz Osmanlı, bizi buz gibi soğuk boğazın sularına gömüyor.
2. AMİRAL – Ey amiralim! İstanbul geceleri nasıl gidiyor.? Yüzme biliyor muydunuz?
1. AMİRAL – Yüzmesini biliyorum da, bu Osmanlının eline esir mi düşeceğiz şimdi.?
2. AMİRAL – Yok etmek üzere üstüne olanca gücünle saldırdığın Osmanlının eline esir olmaktan niye korkuyorsunuz amiralim.? ( Biraz acı acı gülümser.) İşte hasta adam Osmanlı. ( Seyirciye doğru döner, belirsiz bir noktaya doğru bakar. ) Günlerdir; Osmanlıyı ortadan kaldıracağız, bu cennet gibi vatan topraklarını aramızda paylaşmıyor muyduk? Hatta paylaşım sırasında devletler arasın da bile kavga çıkmamış mıydı amiralim, ne dersin?
1. AMİRAL – Evet, öyle bir şeyler olmuştu.
2. AMİRAL – Boğazın soğuk sularında Osmanlı değil, biz boğuluyoruz amiralim. Haydi fazla beklemeyelim. Gemiyi acele terk edelim, yoksa gemiyle beraber denizin dibi boylayacağız! ( Kahkaha atar gibi yapar, daha sonra.) Haydi amiralim, bükemediğimiz bileği öpmeye gidelim. Esir etmek istediğin Osmanlının esriri olmaktan da korkmayalım.

(Sahne içerisinde donup kalırlar.)
( Osmanlı siperleri. Artık savaş hızını kesmiş, düşman gemileri boğazdan geri doğru çekilmeye, karaya çıkardıkları askerleri de gemilerine taşımaya çalışmaktadır. )

FATMA ONBAŞI – ( Boğazdaki düşman gemilerini işaret ederek. ) Bakın düşman gemileri geri çekilmeye başladılar.
ZEKİYE – Yine buna da şükür.
1. KADIN – Çoluk çocuk demeden; yaşlısı, genci binlerce insanı bu toprağa verdikten sonra geri gitseler ne olur? Şıvgın gibi fidanlarımız kırılmış, yok edilmiş, geri gitseler ne fark eder?
FATMA ONBAŞI – ( Boğaza doğru bakmaya devam eder.) Gidin bakalım. Gidin bakalım, şimdi birer birer gidin geriye…
ZEKİYE – Allah’ım, bu güne de şükür. Yüzümüzü kara çıkaramadın, yardımını esirgemedin, sana ne kadar şükretsem azdır Allah’ım.
28

FATMA 0NBAŞI – Allah’ım, sana şükürler olsun. Bana bu günleri de gösterdin. ( Top sesleri azalmıştır. Ortalık ise tekrar karanlığa gömülmüştür.) Akşam oldu. ( Seyirciye doğru bakar. ) Bugünü zaferle kapattık. Ey şehitlerimiz, olduğunuz yerde rahat uyuyun. Düşman sizlerin cesedini çiğneyemedi. Ne sizlerin cesedini, ne de bizlerin cesedini çiğneyemedi, boğazı geçemedi. İstanbul’a gidemedi! Boğaza gömmek istediği Osmanlının yerine kendisi buz gibi sularda boğuldu.

Loş bir ışık oluşur.
Mustafa Kemal ( Cepheden son Mektup )
Mustafa Kemal, 2 Temmuz 1915 yılında Arıburnu’ndan Madam Corinne’ye yazdığı mektupta şöyle der :
Aziz Madam ,
Karargahımın katiplerinden Hulki Efendi’nin İstanbul’a seyehatinden faydalanarak size bu mektubu yazıyorum. Birkaç gün evvel içinde latife sözleri bulacağınız bir kartpostal yollamıştım. Burada hayat, o kadar sakin değil. Gece gündüz hergün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan hali kalmıyor. Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür, askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün, Ya gazi veya şehit olmak. Bu sonuncusu nedir bilir misiniz? Dos doğru cennete gitmek. Orada Allah’ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi olacaklar. Yüce saadet.Sizin mantıki nasihatlerinizi bekleyen şimdiki hadiseler yüzünden kazandığım sert karakteri yumuşatacak romanları etüd etmeye ve böylece ümit ederim ki, hayatın bu hoş ve iyi taraflarını hissedecek hale gelmeye karar verdim.(…)
Adres : Miralay Mustafa Kemal, 19.Fırka Kumandanı, Maydos
Yahut : Miralay Mustafa Kemal, Arıburnu Maydos. Bu daha emin.

( Siperlerden asker yaralanmaları sesleri, top sesleri ile karışık biçimde gelir.)
( Şiir okunur. Şiir okunurken herkes donup olduğu yerde kalır. )

Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
29

Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedi serhaddi;
‘O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme’ dedi.
Asım’ın nesli…diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.
30

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif ERSOY

S O N

31