Aralık Kapı Kaldı mı?

 

Elleri cebinde yürürken birden otobüsün geldiğini fark etti. Adımlarını hızlandırdı ellerini cebinden çıkartırken. Cebinden bir kağıt uçtu döndü baktı, sevdiğinin resmiydi, dönüp almak istedi önce, sonra vazgeçti..Otobüse doğru koştu..Yetişmişti. Gerektiği kadar sevinemedi. Çantasından para çıkartıp ücreti verdi..

Arkalara doğru ilerken bir boş koltuk aramaktaydı gözü, ama yoktu. Bu baş dönmesiyle, uzun yol nasıl ayakta gidilirdi ki… Canı daha da çok sıkıldı..Sanki başka çaresi mi vardı. Oflaya puflaya ayakta kalmaya kendini razı etti..Tüm oturma arzusuna rağmen.. Kafasından geçen saatlerdir susturamadığı düşüncelere de daha çok kinlendi o an. İşteyken neden bu kadar hücum etmiyorlardı acaba diye geçirdi içinden.. Acaba kötü düşüncelerin işe antipatisi mi vardı?. Delirmeye başladığını sandı..Buruk da olsa gülümsedi..

Ama şimdi de radyoda çalan şarkı hain çıkmıştı..Tam zayıf yerinden yakalamış, anılara götürmüştü onu..Artık unutulmaya mahkum olacak, kirlenmiş anılara… Belki de hiç yaşanmamıştı o anılar da, o öyle sanmıştı.. Belki de aşka aşık olduğundan kendi kendine inanmak istemişti ..Kimbilir…”Sen ağlama, dayananam, ağlama göz bebeğim, sana kıyamam” diyordu şarkı.. Nasıl hançer saplanır gibi olmuştu yüreğine.. Nasıl da içten dans etmişlerdi sevdiğiyle, bu müzikte, göz göze..

Acaba onunla da dans etmiş miydi bu müzik de? Eğilip öpmüş müydü kirpiklerinden, buğulu bakan gözlerle?…Onun da gözleri ıslanmış mıydı sevgiden, tıpkı kendi gibi?..Gözünden iki damla yaş aktı, farkında olmadan..Onu ağlatan neydi? Söyleyen buğulu ses miydi, sözler miydi, sabah olanlar mıydı, yoksa hatırladığı anı mıydı? Bilemedi, en çok hangisi yüreğini delip geçmişti?..

Düşünceleri işte yine hiç de istemediği bir yolculuğa çıkarıyordu onu, elinde olmadan… Tutmuştu aklını elinden zaman, götürüyordu işte yine kor gibi düşen saatlere..Sabah erken uyanıp eli sevdiğinin telefonuna gitmişti..Tek isteği işe geç kalmamak için saati öğrenmekti. Zaten bu başladığı yeni işin heyecanından doğru dürüst uyuyamamıştı. 

İçinden bir ses hiç yapmadığı bir şeyi emretti. İç güdüsel bir hareketle dinledi o emri.. Mesajlarım tuşuna basılı kaldı parmağı.Dönemedi geri, bekledi.. Aşkım diye başlayan mesaj geldi ekrana. Önce inanamadı gözlerine, yanlış okuduğunu sandı..Sonra gözleriyle bir anda içti tüm mesajları..Yine inanmadı ama. Bu kez de rüya olduğunu sandı.. Tekrar tekrar okudu ama değildi, ne rüya, ne de yanlış algılama, hiç biri değildi..Yok, olamazdı okudu tekrar ve tekrar ve tekrar…Ama yine inanmadı.. 

Bir açık kapı arıyordu hala, bu kabustan çıkmak için.. Kabustu bu çünkü sadece, emindi.. Bir şeyler yapacak, bu kabusa yenilmeyecek, üstüne üstüne gidecek ve onu mağlup edecekti..Mesajı gönderen numarayı tuşladı, titreyen parmaklarıyla..Şimdi bir erkek arkadaşı açacaktı sevdiğinin, gülecekti kahkahalarla.. Gülmekten konuşamayacaktı hatta.. Boğuk boğuk bir sesle:

-Abla biz sana şaka yaptık, nasıl da inandın, kaç gündür bekliyoruz bakmanı, diyecekti.. 

Sonra kızacaktı sevdiğine:

– Neden böyle bir şaka yaptın, bana nasıl kıydın?

diyecekti, dudaklarını büküp, ağlarmış gibi yapacaktı.. Sonra sevgiyle birbirlerine sarılacaklardı..Yok ama o inanmayacaktı ki.Gülemeyeceklerdi ona, inandığı için dalga geçemeyeceklerdi nasıl olsa..Çünkü bu bir şakaydı yalnızca…Bu rahatlıkla dinledi uzun uzun çaldığı halde hala açılmayan telefon sesini, daha çok sabırsızlanarak…Öyle ya, saat henüz sabahın beşiydi, uyuyorlardı besbelli. Tıpkı masum bir melek misali, mışıl mışıl uyuyan sevdiği gibi. Ona bakınca gecenin karanlığında sevgi doldu içine, vazgeçti çalan telefon sesini beklemekten. Onu öyle seviyordu ki. 

Tam kapama tuşuna basacağı anda aceleyle açıldı telefon. Hoş bir bayan sesi:

– Efendim.

diyordu.. Telaşlanmadı yine, emindi aşkından, böyle bir şey yapmazdı, kıymazdı ona:

– Yok, bu sevdiğimin arkadaşının eşidir herhalde, (son bir çabayla) 
– Hemen panik yapma kızım ya!..

diyordu kendi kendine. O an aklına hayır cevabı alacağından emin olduğu bir soru sormak geldi.. Mesajların altındaki bayan ismini ilk kez telaffuz ederek:

– O siz misiniz.?
– Evet, ya siz kimsiniz?..

Sonrası mı hatırlamıyordu ki sonrasını.. Hem ne önemi vardı.. Artık aralık bir kapı mı kalmıştı.. Tüm denediği kapılar yüzüne kapanmıştı…Şimdi en karanlık kabusun ortasındaydı.. Ne yapacağını bilemediğini hatırlıyordu, o ana dair yalnızca .. Bu kabusun içinden kurtulmak için hiçbir kapı kalmamıştı deneyecek.. Boğulacak mıydı yoksa, kabusun kollarıyla.. Kaçmalıydı hemen, gitmeliydi..Başka kapılar aramalıydı..Sevdiğinin döktüğü diller, ettiği yeminlerde hiçbir kapı göremedi açmaya değecek.Hiç birine dokunmak istemedi..Zorla sarılışları da onun zerre kadar aralayamadı yüreğinde kapanan kapıları. 

Otobüsün son durakta durduğunu fark etmesiyle, o da düşüncelerinde çıktığı isteksiz yolculuğu da bitirdi, sevinerek. Alelacele inen yolcuları hayretle bekledi. Ne güzelmiş meğer insanın gidecek bir yeri olması, oraya gitmek istemesi, acele bir işi olması, koşuşturması bile ne güzelmiş dedi, kendi kendine. 

Yağmurda adımladı caddeleri. Kulağında anılardan kalma o müzik, gözlerinde yaşlar, yüreğinde o ilk tattığı, ama tadını hiç sevmediği buruk acı..Yürüdü …Yürüdü… Gidecek yeri yoktu ki, acelesi de.. Düşüncelerinden başka..

Yürek yarası bu muydu, koskoca bir hayal kırıklığı? Her şeyden gitmek istemek, kurtulmak istemek, bir nokta olup kaybolup gitmek …Kim sarabilirdi bu yarayı, hangi söz, hangi bakış unutturabilirdi.. Yağmurun ıslattığı yolda koşmak istedi…Yapamadı adımlarını saydı yürürken..Başaramadı..Sevdiğiyle yürüdüklerini hatırladı bu yolda, şakalaştıklarını, çocukça belki oyunlar oynadıklarını, birbirlerini kovaladıklarını, sonra yakalanınca sevgiyle sarıldıklarını..

Acaba onunla da yürüdü mü bu yollarda, sarıldı mı, öptü mü? Sayamadı adımlarını. Başaramadı. Ama pes de etmedi. Yürüdü.. Yürüdü..Sabırla yürüdü..Elinden gelen tek şeydi yürümek, o da yürüdü.

Yabancıydı sanki artık bütün dünyaya.. Belki fazlalıktı hatta.. Sevdiğinin yüreğinde yeri bile yoktu oysa. Kandırılmıştı sevgi dolu anılarla..Daha dün akşam nasıl da aşkını sermişti ayaklarına.. Çiçekler bırakmıştı avuçlarına..Gözleri yine doldu.. Elinden bir şey gelmiyordu. Nasıl da inanmıştı, hiç anlamamıştı..

Ona da almış mıydı renk renk çiçekler, belki de güller… Aşkını sermiş miydi yollarına?..O imkansızdı ya, belki de daha derindi. Zaten az önce hissetmişti fazlalıktı hem aralarına, hem de dünyaya..Soğutan yalnızlığında yağmurun, yürüdü, yürüdü, anlamadan üşüdüğünü.. Üşüdüğünde ona da sarılmış mıydı bunu bilmeden..Yüreğinin yangınını hangi yağmur söndürürdü, hangi fırtına götürürdü? ..Düşündü, yürüdü, yürüdü, düşündü..Hiç bir kapıyı görmeden, nereye gittiğini bilmeden… 

Gülşen EKER

www.kafiye.net