Beyaz Ölüm

Ateşte açan çiçekleri kıskandıracak cinsten porselen şeffaflığında ki pembe/beyaz yüzünün kanı çekilmiş, kefen beyazına bürünüvermişti. Yüksek perdeden kendine yabancı gelen sesiyle:

‘’Ne yapacağız şimdi? Hava iyice kötüledi keşke paranın hepsini kitaba yatırmasaydık. Ya  kar yolları kapatıp da evimize ulaşamazsak?’’

 ”Sakin ol! Dereden geçersek yolu yarılarız, biraz ıslanırız ama…’’

‘’İyi!  Hadimademki… Sapalım dereye doğru.’’

Sırtlarında çok giyilmekten eprimiş fistanlarının üzerine giyiverdikleri astarı incelmiş mantolarına sıkıca sarılıp mendil eşarplarıyla başlarını iyice kundakladılar. Ayaklarına birer numara büyük gibi duran yemenileriyle kara gömüldükçe birbirlerine dayanak oluyorlar sendeledikçe tutundukları orman güllerinin kanatıp sızlattığı ellerini ağızlarının buğusuyla ısıtmaya çalışıyorlardı. Gök delinmişti sanki. Yüzlerine öpücük konduran tüy gibi hafif kar tanecikleri şeker helvası gibi diri bedenlerinin hararetiyle eriyiveriyordu. Küçük kız kumral uzun örgülerinin üzerinde oynaşan kızıl ışıltıları tek göz odayı ısıtıp aydınlatan ocak başındaki çıralı meşelerin alazına benzetti. Hasretle sürülmüş tarla gibi engebeli karlı tümsekleri hızlıca atlayarak arayı açmaya başladı.

 ‘’Birbirimizi yitirmeyelim bu yabanda…Yavaş ol!’’ Diye haykırdı kendinden beş yaş büyük kuzeni. Kulakları kirişteydi, tipi ıssızlığında ta uzaklardaki avcıların kan kusan mavzerlerinin sesi yankılandı derin koyaklarda. Durup beklediler bir an, bir motor homurtusu ya da yaralı bir hayvan nefesi duyduklarını sanıp… Zengini gıdıklayan beyaz kabus yoksuldan intikam alırcasına haşin davranıp çarçabuk izlerini sildi küçük adımların. Ruhsuz heykeller kadar bön ve şaşkındılar. Peşine düştükleri heves uğruna katlandıkları çile ne zaman dolacak, nihayetsiz mesafeler nasıl aşılacaktı… Şehir efsaneleri, okudukları, duydukları birer birer geçit resmi yaptı ifadesiz gözlerinden. Cılız, inlemeyle ağlama arası seslerle aman dilediler yitmeye yüz tutmuş güçlerinin son kırıntılarıyla… Kırışığı olmayan yüzlerinde asabi tikler peydahlanıp kalp vuruşlarıyla özdeşleşti uzun süre. Tipi şiddetini artarak hızlandırmış, küçücük cüsseleriyle kâh yuvarlanarak, kâh sendeleyerek bata çıka dereye ulaşmışlardı en sonunda. Daha önceleri dizlerine gelen dere iyice azgınlaşmış, naçar kalmış iki küçük bedeni kara delik gibi yutmaya hazırlanmıştı. Akşamın uçuk benzi iyice kararmaya başlamıştı ki; omuzlarını çökerten bir bezginlikle kanatlandılar suya doğru. Buz kristaller dolandı kurşun gibi ağırlaşan bacaklarına. Kalp kalbe konuştular bir müddet. Göz bebeklerinde sessiz alevler titreşti, gülüşleri donan dudakları mor menekşeler gibi mahzunlaştı. İçlerinden sihirli  tütsülü  dileklerle; sevdiklerine, hayallerine, istikballerine kavuşmayı arzuladılar…Derviş sabrıyla ilerledikleri gümüşlenen suda yeşil başlı ördekler gibi yalpalamaya başladılar. Takatleri tükenmiş sürükledikleri ayaklarını hissedemez olmuşlardı. Henüz okunmamış kitaplarının ıslanmaması için verdikleri uğraşlarda heba olmuş, çırpındıkları suya karışarak akıp gitmişti…

Serseri mayın gibi savruldular birbirlerinden aykırı yerlere. Tespihböceği gibi büzülüp ısınmaya çalıştılar kardan döşeklerinde. Sersemleten tipi birazcık yavaşlamış, akşamın ayazında katmerlenen karlar cilalanmış gibi ışımaya, buzlanmaya başlamıştı. Taptaze yüzlerine zemheri ayazında kavrulmuş goncaların morarmışlığı düştü. Hain feleğe ödünç verdikleri hayatlarını geri almak için verdikleri uğraşlar zamanın gizemli kollarında hüsrana uğramış gözlerinin önüne farklı bir pencere açmıştı…

Baharda yeni açmış papatya tarlasını andıran cıvıl cıvıl öğrencilerin kaynaştığı okul bahçesindeki sarmaş dolaş anlarına şahitlik eden, kahkahalarıyla yıkanan duvarların üzerlerine yıkılmak üzere olduğunu hissettiler. Berrak su gibi menevişli gözlerini bir daha açmamak üzere sımsıkı mühürlediler… İçten içe bir titreme duyumsayarak…

Sert coğrafyanın ve sahip olmadıkları kuruşların gadrine uğramış; sekiz ve on üç yaşlarındaki geleceğin kardelenleri ertesi sabah insan ve hayvan eli değmeden tertemiz ve kimsesiz güneşin dostça okşamalarına tepkisiz dere yatağının milleri içinde henüz goncayken açamadan beyaz ölüme yenildiler…

 

Fatma TÜRKDOĞAN
www.kafiye.net