CEMİL

Kentler vardır,gürültülü,kalabalık…
İnsanı sarhoş eder. Kentler vardır gürültüsüz insanı dinlendirir. Öykümüz sesiz bir kıyı kentinde başlar zaman nasıl ilerliyorsa, insanlar da zamana uyarak ilerliyorlar.
Herkes bir iş bulmuş,gücünün yettiğince çalışıyor. Bu insanlarla dolu bir kentin,fakir mahallesindeyiz. Deniz kenarı boyunca ufak tefek derme-çatma evler görürsünüz.Kapı önlerinde irili-ufaklı elleri ayakları pis,sümüklü çocuklar inlemektedir. Yine kapı önlerinde ipte, veya tren yoluna serili çocuk bezleri, iç çamaşırları görürsünüz.
Görürsünüz de rengi griye çalan çamaşırlara ilgisizce bakarsınız. Yol üstüne oturmuş ‘Anne Ekmek’ diye ağlayan çocuklar görürsünüz. Evet görürsüüz görürüz de sadece görmekle yetiniriz. Nedeni araştırmak niçinini sormak gerçeği öğrenmek istemeyiz. bunların hepsi bir sefalet ve cehalet sembolüdürler…
Bu zavallı insanlar çamaşırlarını denizde yıkıyor, açlıktan hastalanıyor ölüyorlar. Sefaletin doğurduğu cehalette yoğrulan bu kişiler toplum tarafından horlanıyorlar.
İşte gıdasızlıktan sakat kalan genç bir delikanlının yaşam öyküsü…
Babasını küçükken kaybetmiş. Annesini ve üç kızkardeşiyle yapayalnız kalmıştı. İnsanları hep sevmiş ama daima horlanmış taşlanmış. Annesi çalışmış Cemil bir ilkokul diploması alabilmişti. Fakat küçüklüğünde geçirdiği kemik hastalığından kurtulamamış fakirliğin verdiği sızıyla yeterince beslenememiş sakat kalmıştı. Boyu cüce elleri küt kafası kocamandı. Fiziki güzelliği yoktu. Ama öylesine duyguluydu ki…
İlkokuldan sonra çok istemesine karşın başka okula gidememiştir.
Cemil’i kim okutacaktı?
Babası yoktu. annesinin kazancıyla ancak karınlarını doyurabilirlerdi. Herşeyden mahrumdu Cemilcik. Kendi yaşıtları çalışmak için yurtdışına giderlerken Cemil gidemiyordu. Düşündü… Bu böyle olmayacaktı. Okumak istiyordu ama nasıl? Hep düş kuruyor, kendini okumuş zengin olrak görüyordu.
Onurlu bir gençti Cemil…
Muhtaç olduğunu sezdirmek istemezdi. Madem okumak istiyordu çaresini de bulmalıydı.
Sonunda buldu. Gücü yettiğince her işi yapacak para kazanacak kendisine kitap alacaktı. Bir kitaplarına kavuşabilseydi…
Yaz demedi kış demedi. Koca bir yıl çalıştı Cemil. Yazın sergilerde sebze sattı. Kışın köşebaşlarında kestane kavurdu. Ara sıra evlerinden biraz ötedeki amerikan çöplüğüne gitti oradan bulduğu konserve kutu şişe vs…sattı.
Kitaplarını aldı. Gündüz çalışıyor, geceleri kitaplarıyla birlikte tüm yorgunluğunu unutuyor geç saatlere değin lamba ışığında ders çalışıyordu. Böylece Cemil kısa zamanda dışardan ortaokulu bitirdi.
Öğrenime devam etmek istiyordu. O kendine gelecek hazırlamak için çalışırken gecekonduda da bir canlanma kımıldanma oluyordu. Yurtdışına gidenler baba ocağı olan yerlerine dönüyorlardı. Artık eski sessizlik hüküm sürmüyordu bu yerlerde. Evlerin açık pencerelerinden plak sesleri yükseliyor ‘Almanya Alamanya, ben gibi damat bulamanya’.
Artık gecekonduların önleri kalabalık deği. İnsanlar eskisi gibi konuşmuyor çocuklar bir dilim ekmek için ağlaşmıyor. Yırtık giysileri atmışlar sırtlaarından. Ayakları da yalın değil…
Kısacası bebeğinde çocuğunda, gencinde yaşlısında bir değişme var.
Ya Cemil ve ailesi…
Onlarda henüz eskiye göre bir değişme yok. Değişen tek Cemil di liseyi bitirmişti. Gerçi yaşıtları gibi zengin olmamıştı evinde modern eşyalar yoktu ama o hayatta bir kez kazanılan en değerli şeylere sahip olmuştu.
Kafasını çeşitli bilgilerle donatmıştı. Bundan daha önemli bir iş düşünebilir miydi?
Cemil liseyi bitirdiği yıl bir müesseseye memur girdi.Amacı hem para kazanmak hem de yüksek öğrenime devam etmekti.
Bu arada fakülte sınavlarına hazırlandı ve kazandı.
Liseyi bitirmeden kaleme aldığı bir yapıtını yayınlatmak olanağını buldu. Bu yapıt herkes tarafından beğenildi. Alkış topladı. Konusu kendi hayat öyküsüden esinlenerek sosyal yaralara dokunarak seçmişti.
Eskiden kendisiyle alay edenler utançlarından gizleniyorlardı şimdi.
Cemil annesini çalıştırmıyordu. Çevresi genişlemişti. Evini değiştirmesi gerektiğini anlıyor, fakat kopamıyordu bu kenar mahalleden. Tüm çocukluğu burada geçmişti; nasıl ayrılabilirdi?
Düşünüyordu Cemil bu eski evi yıktırıp yerine güzel bir ev yaptıracaktı. Arkadaşları dostları beğenmezlerse ‘gelmesinler’ diyordu.
Sonunda gecekondudan örnek bir mimar yetişti. Cemil yüksek mimar olmuştu. Ve gecekondu semtinde büyük bir apartman yükselmekteydi.
Apartmanın girişinde ‘ARZU APARTMANI’ yazılı bir tabela duruyordu. Kapının önünde son modelbir otomobilin içinde beyaz bir gelinbaşıyla siyahlar giyinmiş bir genç adam… Apartmanın üst katından ise bembeyaz saçlı güleryüzlü ihtiyar bir kadın ellerini hem onlaradoğru sallıyor hem de Tanrıya doğru yönelerek ”Mutlu olun yavrularım, mutlu olun” diye yalvarıyordu.
1966

Necla BİLİCİ
www.kafiye.net