şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
BADEM GÖZLÜ KIZ
İt, kopuk peşime takılmış, Sokak zifiri karanlık. Düşüp kalkıyorum, koşuyorum. Soluk soluğayım.Tepemde kara bulutlar. Yöreme bayırıma şimşek çakıyor, yıldırım düşüyor. İki elim tepemde. Kendimi eve atıyorum… Sırılsıklamım. Tepeden tırnağa ıslanmışım. Kapıyı sıkı sıkı kapıyorum. Perdeler, yaprak gibi esiyor; çiçekleri solmuş, gözelerinden kan süzüyor. Yılan başını içeri uzatmış etrafı kolaçan ediyor; dili bir karış, tıslıyor, ağzında ağu,
“İmdat, imdat, imdat !”
Çığlık çığlığayım. Siyah bir kedi, üzerime atılıyor; gözleri kan çanağı, ağzında fare feryat figan çıyaklıyor. Tavandan fareler, akrepler patır patır dökülüyor. Dip bucak yılan, çiyan kaynıyor. Gözlerim yerinden fırlayacak. Kalbim durdu duracak. Büzülmüşüm, tir tir titriyorum. Domuz suratlı birisi boğazıma sarılmış; hırlıyor. Kafası koparılmış serçe gibi çırpınıyorum. Nefesim çıkmıyor…
“ Baba babaaa ! “Titrek, cılız sesimi duymuyor… Babamın gölgesi karanlığa karışıyor.
Kan ter içinde uyanıyorum. Kalbim küt küt atıyor. Göğsüm körük gibi inip inip kalkıyor. Öldüm, öleceğim…Azrail çok yakınımda, soluğu ensemde…
“ Aile hekimimin telefonu neredeydi, Hah ! “
“ Aloooo, aloooo, alooo…Aç telefonu, körolasıca…”
“ Sakine ! Ne oldu.? Saat kaç haberin var mı ? “
“ Ölüyorum doktor ! “
“Derin derin nefes al “ diyor. Kapıyı pencereyi açıyorum. Derin dipsiz kör bir kuyudayım.Başımı pencereden sokağa uzatıyorum. Her taraf karanlık. Ruhsuz Larcivet gölgeler.Sokak lambaları soluk; in cin top oynuyor. Siyah bir kedi çöpü karıştırıyor. “ Uğursuzluk, uğursuzluk” diyorum…Kötü şeyler olacak…
Tüm ışıkları yakmışım. Elimde kumanda, nağmeler inliyor odamda. İsyanlardayım… Aynaya bakıyorum,
“ Surata bak,” diyor,” Seni kim ne yapsın. O muşmula suratlı, armut kafalı bile seni terk etti.”
“ Sus konuşma ! “
“Yalan mı ? Yalan mı ? “
Tüm hırsımı aynadan alıyorum. Ayna yerle bir. Tuz buz, hâlâ her parçası çar çar ötüyor..
“ Yalan mı? “
“Yalan mı ? “
“ Terk edildin “
“Yalnız kalacaksın “
“Yalnız öleceksin.”
“Yalnız “
“Yalnız “
“Susunnnnnnnnnn !”
Hem süpürüyorum. Hem “ Susunnnnnnn “ diye bağırıyorum; soluk soluğayım. Çöp poşetinin ağzını sıkı sıkı bağlıyorum.
Küflü pencerelerin pervazının kamburu edepsiz sokağa sarkmış. Domuz suratlı, at kafalı öküzler, gözlerini akşamdan cilalamış… Güneşin dişi barsağını kesiyor, mor bulutların arkasına başını gömmüş… Ürkek bir tavşan gibi kıyıdayım, kenardayım…Adımlarımı atıyorum, ayaklarım geri çekiyor… İşe gitmesem olmaz mı ?
Geceler geçmek bilmiyor. Saat tıngır mıngır. Yalnızlık; her geçen gün içimde büyüdükçe büyüyor; dallanıp budaklanıp ürkünç bir deve dönüşüyor. Dört bir yandan üstüme çullanıyorlar.
Doktor panik atak diyor. Başka bir şey demiyor.İlaçlar, ilaçlar, kahrolası ilaçlar…
Bu ara sık sık ilk aşkım arıyor…
“ Baba, sende beni terk ettin… Küçükken annem terk etti. Şimdi de sen…”
“Kızım biraz sabret. Daha geçen ay yanındaydım ya… Tayin dönemine az kaldı. Sabret !…”
“ Aile doktorum, her defasında psikyatra yönlendiriyor… . Hastane koridorları tıka basa dolu; sırasını bekleyenler, bağırıp çağıranlar güruhun içinde yalnız, yapayalnız, çırılçıplağım, ıpıssızım. Sıram geliyor.” Yine mi sen “ der gibi… Başını kaldırıp, ölgün gözleri bana bakıyor. Konuşuyorum, zaman zaman “ Hımmmm “ diye mırıldanıyor.
“ Ölmekten mi korkuyorsun “
“ Hayır, hayır, hayır ! “
“ Yaa “
“ Yalnız ölmekten korkuyorum” içimden Allahın cezası diyorum
Yine,
“ Hımmmm diye mırıldanıyor.”
“İş yerimdekileri hiç sevmiyorum. Gözleri radar gibi, üstümü başımı didik didik ediyor. Terk edildiğimi onlar bilmemeli, doktor bey. Bilmemeli…”
Çok konuşma der gibi.. İlacımın dozunu artırıyor. Reçeteyi elime tutuşturuyor. Saçı başı dağınık, sakalı karman çorman… Boşa kürek çekiyorum, “Yalnızlığın tedavisi olur mu? ” söylene söylene çıkıyorum…
Yerin kulağı var derlerdi inanmazdım… Terk edildiğimi duymayan kalmamış…Bayan arkadaşlarım uzak duruyor. Erkekler aç kurtlar gibi…İğrençler, iğrenç…Tiksiniyorum hepinizden, leş kargaları…
Kaç gündür arkadaşım ısrar ediyor… Evde küflendin diyor…Kars’a gidiyoruz. Karşıda Ermenistan, aramızdan Arpaçay akıyor, hüzünlü hüzünlü… Göz alabildiğine zümrüt yeşili yaylalar… Benövşe, süsen, gelincik, papatya, rengarenk kırçiçekleri ilmek ilmek desen olmuş, sevdalı kızların entarisi gibi salınıyor püfür püfür esen rüzgarın kollarında. Ufukta maviye koşuyoruz hep beraber… Çobanların kavalında yanık aşk nağmeleri, yarım kalmış sevdalar, kulağımızda…
Ani Harabelerini geziyoruz. Kim buraya harabe demiş, şaşıyorum… Tarih canlanıp akıyor, gözlerimde. Bin yıl geri gidiyorum. Ermeni, Türk ve Kürt çocukları saklambaç oynuyor… Sokak cıvıl cıvıl. Bir Zerdüşt şurada demirci dükkanında demir dövüyor. Belden yukarısı çıplak bedini kıvılcımlar arasında körüğü çekiyor. Kara kaşlı kara gözlü asık suratlı bir Ermeni duvarın taşını yontuyor. Yüzünden gözünden ter boca oluyor. Hımmmm burası kiliseymiş. Papaz kapıda durmuş gülümsüyor. Hanımlar güzel elbiselerini giymiş, takmış takıştırmışlar, cumbur cemaat kilisiye gidiyorlar. Az ileride camii, ezan sesini duyan Türkler, Kürtler ise tekbir getire getire birer, ikişer camiye sökün ediyor. Zerdüşt tapınağı süklüm püklüm, bir kenarda… Hanımlar, etrafımı sarıyor.Misafir etmek için yarışıyorlar. Ne beyinlerde ne coğrafyada sınırlar olmasa diye söyleniyorum. Akşama doğru vedalaşıyorum. Tarihin derinliklerinden çıkıyorum. Arpaçay’ın kıyısında Ermeniler…Elimi uzatsam dokunacak kadar yakın…İçimde garip duygular. Ozanlar diyarı Murat Çobanoğlu’nun memleketi, Kars’a dönüyoruz.
Arkadaş’ın akrabası bizi bırakmıyor, çok ısrar ediyor. “ Evimde biraz nefeslenin “diyor. Bakışları hiç hoşuma gitmiyor. Öküz gibi bakıyor. İçime düşecek. “ Höst höst “ diyorum,içimden
Evde çilingir sofrası kurmuş…Zıkkımlanıyorlar… Gözleri bende; hin hin bakıyor… Eşlik etmemi istiyor. Israr ediyor, yok diyorum, Sinirlerim tepemde… İçtikçe gevşiyor…Anason tüten odandan, balkona çıkıyorum. Elimde şiir kitabı… İçeride kahkahalar, at gibi kişnemeler. Buraya nereden geldim diye kendime kızıyorum. Peşimden geliyor… Kene gibi yapışmış, pis kıllı elleri üzerimde geziyor… “ Bırak beni, bırak…. “ Gözleri kan kesmiş… Leş gibi kokuyor…
….
Son bir hamleyle balkonun korkuluklarına tutunmaya çalışıyor. Çığlıkları ve elleri boşlukta çırpına çırpına yere çakılıyor. Bu kadar erken ölmeyi aklının ucundan bile geçirmemişken, ölmeyi hiç bu kadar çok istememişti. Dünya hiç bu kadar çirkinleşmemişti. Tuz buz olmuş camdan yüreği, yitik hayalleri saçıldı soğuk kaldırımlara…Feri solmuş gözleri yaprağı titreşen kitapta; son okuduğu dizeler kaldırım taşlarına fısıldıyordu. ‘ Sana selam bıraktım Karaköy vapurunda/ uzaklaşan sesime ölü martılar düştü.*’
Gazeteler, Kars’ın köklü, saygın ailelerinden Yakup Bey’in evinde intihar diye başlık attı.Yakın zamanda boşanan genç kızın bunalıma girip, kendisini boşluğa bıraktığını yazdı.
Birisi dedi, “ Gece ne iş vardı orada. “
Birisi dedi, “ Su testisi su yolunda…”
Birisi “ Hak etmiş, “ birisi, “ Orospu “ dedi.
Aile Hekimi izindeydi. Sosyal medyada görünce şoka girdi. Gözlerini ovuşturdu tekrar, tekrar baktı. Beyni dumura uğramıştı.İnanmak istemedi… Bir an hareketsiz kalakaldı. “Ölüm sana hiç yakışmadı,” diye söylendi.Mailine düşen mesajı görünce bir kez daha yıkıldı… “ Doktor bey, nasılsınız. Arkadaşım çok ısrar etti. Biraz açılırsın dedi.Yarın Kars’a gidiyorum.Kars’dan bir isteğiniz var mı ? Öykü kitabınız için de birkaç kapak resmi hazırladım. Ha unutmadan geldim yoktunuz, masanızda duran ‘ Göğü Azalan Kuşlar* ‘ isimli Şiir kitabını aldım. Dönünce geri veririm…”
Doktor, facebooktan özeline yazdı. “ Zir zibil gibiyim. Camış boku gibi yapışıp kalmışım. Nasıl olabilirim ki ? Badem gözlü kız…
Mehmet KUM
www.kafiye.net
Yorum Yapın