BADEM GÖZLÜ KIZ

İt, kopuk  peşime  takılmış, Sokak zifiri  karanlık. Düşüp  kalkıyorum, koşuyorum. Soluk soluğayım.Tepemde kara bulutlar. Yöreme bayırıma  şimşek çakıyor, yıldırım düşüyor.   İki elim tepemde. Kendimi eve atıyorum… Sırılsıklamım. Tepeden tırnağa  ıslanmışım. Kapıyı sıkı sıkı kapıyorum. Perdeler, yaprak gibi esiyor; çiçekleri solmuş, gözelerinden kan süzüyor. Yılan başını içeri uzatmış etrafı  kolaçan ediyor;  dili  bir karış,  tıslıyor, ağzında ağu,

 “İmdat,  imdat,  imdat !”

Çığlık çığlığayım. Siyah bir kedi, üzerime atılıyor; gözleri  kan çanağı, ağzında fare   feryat figan çıyaklıyor. Tavandan  fareler, akrepler  patır patır dökülüyor.  Dip bucak  yılan, çiyan  kaynıyor. Gözlerim yerinden  fırlayacak. Kalbim durdu  duracak. Büzülmüşüm, tir tir titriyorum. Domuz  suratlı birisi boğazıma sarılmış; hırlıyor. Kafası koparılmış serçe gibi çırpınıyorum.  Nefesim çıkmıyor…

 “ Baba   babaaa !  “Titrek, cılız  sesimi duymuyor…  Babamın gölgesi karanlığa  karışıyor.

Kan ter içinde uyanıyorum. Kalbim küt küt atıyor. Göğsüm körük gibi inip inip kalkıyor.  Öldüm, öleceğim…Azrail  çok  yakınımda, soluğu  ensemde…

“ Aile hekimimin  telefonu  neredeydi, Hah ! “

  “ Aloooo,  aloooo,  alooo…Aç  telefonu, körolasıca…”

 “  Sakine ! Ne  oldu.?  Saat kaç haberin var mı ? “

 “  Ölüyorum  doktor  ! “

 “Derin derin nefes al “ diyor. Kapıyı  pencereyi  açıyorum. Derin dipsiz kör bir kuyudayım.Başımı pencereden  sokağa uzatıyorum. Her taraf karanlık. Ruhsuz Larcivet gölgeler.Sokak lambaları soluk; in cin top oynuyor. Siyah bir kedi çöpü karıştırıyor. “ Uğursuzluk, uğursuzluk”  diyorum…Kötü şeyler olacak…

   Tüm ışıkları  yakmışım. Elimde  kumanda, nağmeler inliyor odamda.  İsyanlardayım… Aynaya  bakıyorum,

 “ Surata  bak,” diyor,” Seni kim ne yapsın.  O muşmula suratlı, armut kafalı   bile seni terk etti.”

 “ Sus  konuşma ! “

              “Yalan mı ?  Yalan mı ? “

            Tüm hırsımı aynadan alıyorum. Ayna yerle bir.  Tuz  buz,  hâlâ  her parçası çar çar ötüyor..

 “ Yalan mı? “

   “Yalan mı ? “

   “ Terk edildin  “

 “Yalnız kalacaksın “

 “Yalnız öleceksin.”

  “Yalnız  “

   “Yalnız  “

              “Susunnnnnnnnnn !”

 Hem süpürüyorum.  Hem “ Susunnnnnnn “ diye   bağırıyorum; soluk soluğayım. Çöp poşetinin ağzını sıkı sıkı  bağlıyorum. 

 Küflü pencerelerin  pervazının kamburu edepsiz sokağa  sarkmış. Domuz suratlı, at kafalı  öküzler, gözlerini akşamdan cilalamış… Güneşin dişi barsağını kesiyor, mor bulutların arkasına başını gömmüş… Ürkek bir tavşan gibi  kıyıdayım, kenardayım…Adımlarımı  atıyorum, ayaklarım geri çekiyor… İşe gitmesem olmaz mı ?

 Geceler   geçmek bilmiyor. Saat tıngır mıngır. Yalnızlık;  her  geçen gün  içimde büyüdükçe büyüyor; dallanıp budaklanıp  ürkünç bir deve dönüşüyor. Dört bir yandan üstüme çullanıyorlar.

 Doktor panik atak  diyor. Başka  bir şey demiyor.İlaçlar, ilaçlar, kahrolası ilaçlar…

 Bu  ara sık sık ilk aşkım arıyor…

“ Baba, sende  beni terk ettin… Küçükken annem terk etti. Şimdi de sen…”

 “Kızım biraz sabret.  Daha  geçen ay yanındaydım ya… Tayin  dönemine az kaldı. Sabret !…”

 “ Aile  doktorum, her defasında  psikyatra yönlendiriyor… .  Hastane koridorları tıka basa dolu; sırasını bekleyenler, bağırıp çağıranlar güruhun içinde  yalnız, yapayalnız, çırılçıplağım, ıpıssızım. Sıram  geliyor.” Yine mi sen “ der gibi… Başını kaldırıp, ölgün gözleri bana  bakıyor. Konuşuyorum, zaman zaman   “ Hımmmm  “  diye mırıldanıyor.

 “ Ölmekten mi korkuyorsun “

 “  Hayır, hayır, hayır ! “

“ Yaa “

 “ Yalnız  ölmekten korkuyorum”  içimden Allahın cezası  diyorum

Yine,

             “ Hımmmm  diye  mırıldanıyor.”

“İş yerimdekileri  hiç sevmiyorum. Gözleri  radar  gibi, üstümü  başımı didik didik ediyor. Terk edildiğimi  onlar bilmemeli, doktor  bey. Bilmemeli…”

 Çok  konuşma  der gibi.. İlacımın dozunu artırıyor.  Reçeteyi  elime tutuşturuyor. Saçı  başı dağınık, sakalı karman çorman…   Boşa  kürek çekiyorum,  “Yalnızlığın tedavisi olur mu?   ”   söylene  söylene çıkıyorum…

 Yerin kulağı  var derlerdi inanmazdım… Terk edildiğimi duymayan kalmamış…Bayan arkadaşlarım uzak duruyor. Erkekler aç kurtlar gibi…İğrençler, iğrenç…Tiksiniyorum hepinizden, leş  kargaları…

Kaç gündür  arkadaşım ısrar ediyor… Evde  küflendin  diyor…Kars’a  gidiyoruz. Karşıda Ermenistan, aramızdan Arpaçay akıyor, hüzünlü hüzünlü…  Göz alabildiğine  zümrüt yeşili  yaylalar…  Benövşe, süsen, gelincik, papatya, rengarenk kırçiçekleri ilmek ilmek desen olmuş, sevdalı kızların entarisi gibi salınıyor püfür püfür esen rüzgarın kollarında.  Ufukta  maviye koşuyoruz hep beraber… Çobanların  kavalında yanık aşk nağmeleri, yarım kalmış sevdalar, kulağımızda…

 Ani Harabelerini  geziyoruz. Kim buraya  harabe demiş, şaşıyorum… Tarih canlanıp akıyor, gözlerimde. Bin yıl geri gidiyorum. Ermeni, Türk  ve Kürt çocukları  saklambaç oynuyor… Sokak cıvıl cıvıl. Bir Zerdüşt şurada demirci dükkanında demir dövüyor. Belden yukarısı çıplak bedini kıvılcımlar arasında körüğü çekiyor. Kara kaşlı kara gözlü asık suratlı bir Ermeni  duvarın taşını  yontuyor. Yüzünden gözünden ter boca oluyor. Hımmmm  burası  kiliseymiş. Papaz kapıda durmuş gülümsüyor.  Hanımlar  güzel  elbiselerini giymiş, takmış takıştırmışlar,  cumbur cemaat kilisiye gidiyorlar. Az ileride  camii, ezan sesini duyan Türkler, Kürtler  ise      tekbir getire  getire   birer, ikişer camiye sökün ediyor. Zerdüşt tapınağı süklüm püklüm, bir kenarda… Hanımlar, etrafımı  sarıyor.Misafir etmek için yarışıyorlar.  Ne  beyinlerde  ne coğrafyada  sınırlar olmasa  diye  söyleniyorum.  Akşama  doğru  vedalaşıyorum.  Tarihin derinliklerinden çıkıyorum. Arpaçay’ın kıyısında Ermeniler…Elimi uzatsam  dokunacak kadar yakın…İçimde  garip  duygular. Ozanlar diyarı Murat Çobanoğlu’nun memleketi, Kars’a  dönüyoruz.

 Arkadaş’ın akrabası   bizi  bırakmıyor, çok ısrar ediyor.  “ Evimde  biraz nefeslenin “diyor. Bakışları hiç hoşuma gitmiyor. Öküz gibi bakıyor. İçime düşecek. “ Höst höst “ diyorum,içimden

Evde çilingir sofrası kurmuş…Zıkkımlanıyorlar… Gözleri bende; hin hin bakıyor… Eşlik etmemi istiyor. Israr  ediyor, yok  diyorum, Sinirlerim tepemde… İçtikçe   gevşiyor…Anason tüten odandan,  balkona  çıkıyorum. Elimde şiir kitabı… İçeride kahkahalar, at gibi kişnemeler. Buraya  nereden geldim diye kendime kızıyorum.  Peşimden  geliyor… Kene gibi yapışmış, pis kıllı elleri üzerimde geziyor… “ Bırak  beni, bırak…. “   Gözleri  kan  kesmiş… Leş gibi kokuyor…

          ….

           Son bir hamleyle balkonun korkuluklarına  tutunmaya çalışıyor. Çığlıkları  ve elleri  boşlukta çırpına çırpına  yere çakılıyor. Bu kadar  erken ölmeyi  aklının ucundan bile geçirmemişken, ölmeyi  hiç bu kadar çok istememişti. Dünya hiç bu kadar çirkinleşmemişti. Tuz  buz olmuş camdan yüreği, yitik hayalleri  saçıldı   soğuk  kaldırımlara…Feri solmuş gözleri yaprağı titreşen  kitapta; son okuduğu dizeler kaldırım taşlarına fısıldıyordu. ‘ Sana selam bıraktım Karaköy vapurunda/ uzaklaşan sesime ölü martılar düştü.*’  

 

   Gazeteler, Kars’ın köklü, saygın ailelerinden Yakup Bey’in evinde intihar diye başlık attı.Yakın zamanda  boşanan  genç kızın  bunalıma  girip, kendisini boşluğa  bıraktığını yazdı.

Birisi dedi, “  Gece  ne iş vardı orada. “

Birisi  dedi,  “ Su testisi   su yolunda…”

Birisi “ Hak etmiş, “ birisi,  “ Orospu  “ dedi.

 Aile Hekimi   izindeydi. Sosyal medyada  görünce şoka girdi. Gözlerini ovuşturdu  tekrar, tekrar baktı. Beyni dumura uğramıştı.İnanmak istemedi…  Bir an hareketsiz kalakaldı. “Ölüm  sana hiç yakışmadı,”  diye söylendi.Mailine  düşen  mesajı görünce  bir kez daha  yıkıldı… “ Doktor bey, nasılsınız. Arkadaşım çok ısrar etti.  Biraz açılırsın dedi.Yarın Kars’a  gidiyorum.Kars’dan bir isteğiniz var mı ? Öykü kitabınız için de birkaç  kapak  resmi hazırladım. Ha unutmadan geldim yoktunuz, masanızda duran ‘ Göğü Azalan Kuşlar* ‘ isimli Şiir  kitabını aldım.  Dönünce  geri veririm…”

             Doktor, facebooktan özeline  yazdı. “  Zir zibil gibiyim. Camış boku gibi yapışıp kalmışım.  Nasıl olabilirim ki ?  Badem gözlü kız…

Mehmet KUM
www.kafiye.net