ÜNYE – ÇAKIRTEPE VE BİR ANI

Kanımızın, şimdiki gibi kısık ateşte değil de deli deli fokurdadığı gençlik yıllarıma götürdü bu fotoğraf beni.
Çakırtepe denince, çay, pide ve romantizmin ayyuka çıktığı yer gelse de aklına Ünye’linin, onca anının içinden bir macera kalmıştır bu fakirin aklında nedense.
Yunus KOLCU ile yapışık ikiz olduğumuz 90’lı yılların başlarında, ‘’akşam olunca hangi sosyal
etkinliğe (!) imza atacağımızı’’ düşünür, planlar yapardık hep. Bir gece, “adı bizde saklı” bir kurumun Jeep’ini, kapısını tırnak makasının törpüsüyle açarak emanet (!) alıp yine tırnakmakasının törpüsüyle çalıştırarak gece saat 01:00 sularında Çakırtepeye çıktık. Ünye’ye hakim tepede olan Çakırtepe’de başımızı kaldırdığımızda gökyüzünde yıldızları sayacak,i ndirdiğimizde Ünyenin ışıklı gece manzarasını seyredecektik.

Şimdi kimin işlettiğini bilmediğim Çakırtepe Tesislerini Ünye Belediyesi işletiyordu o yıllarda. Jeep’ten inip tesisin içine girdiğimizde “adını hatırlamadığım” o gecenin nöbetçisi bir Abi:‘’Buyrun, Hoş geldiniz’’ diyerek karşıladı bizi kibarca. Bir masaya oturduk. O saatte orada bizden başka kimse olmadığı için çay da pide de yoktu. ‘’Sizin sayenizde ben de içerim’’ diyerek demliği ocağa koydu nöbetçi Abimiz. Su kaynayıp çay demlenene kadar, ‘’hangi köydensiniz, kimlerdensiniz, ne iş yaparsınız’’ gibi sorularla da tanımaya çalışıyordu bizi. Yunus’un dayısıyla aynı kurumda çalıştıklarından olsa gerek, ayrı bir samimiyet kuruldu aramızda. İşlerden, öğrencilikten konuşulurken, nerden geldiyse aklıma;
–Abi, dedim:
‘’Belediye size bu ıssız dağ başında nöbet tutturuyor madem, kendinizi korumanız için silah da verse ya’’.
O, cana yakın, muhabbet sever abimiz biraz işkillenir gibi oldu ve hafif kekeleyerek: -‘’veriyor zaten’’ dedi.
Dedi ama, biraz meraktan biraz da muhabbetin akışını devam ettirmek için; ‘’markası ne Abi? ‘’ diye soruverdim. Bu soru karşısında yüzü kızaran abimiz:
-‘’ Ne yapacaksın markasını kardeşim’’ dedi.

Ben de ses tonumu yavaş yavaş düşürerek:
‘’Ne bileyim Abi, 14’ lü olabilir, ÇEK olabilir, BARETTA olabilir, hatta Mantar Tabancası olabilir’’ diyerek ihtimalleri sıraladım.
Zaten sorularımdan huylanan abimiz ‘’hatta Mantar Tabancası olabilir’’ der-demez:
-”Sen bir yanlışlık yap da görürsün Mantar Tabancasını’’ diyerek kükredi ve mutfağa geçti. Ve de bir müddet mutfaktan çıkmadı. O mutfaktayken bizim Yunus: ‘’Yaa Hasan Fahri, gecenin bu saatinde, bu dağ başında nöbet tutan adama böyle sorular sorulur mu’’ diyerek 5-10 dakika kafamı ütüledi.
Muhabbetin tadı kaçmıştı ama mutfağa geçen abimize de veda etmeden çıkıp gitmek olmazdı. Biz abimizin mutfaktan çıkmasını beklerken 5-6 tane Polis kapıdan içeri girdi. Girdi demek yanlış olur, daldı desek daha doğru aslında.
Yunusla beni görünce birden sakinleştiler. Çünkü Polisler Gününde Liseler arasında yapılan şiir-kompozisyon yarışmalarında o yıl kompozisyon 1.si, bir önceki yıl da şiir 1. si olduğumdan beni tanıyorlardı.
Polislerden biri: ‘’Hoca, sen miydin ? dedi ve elini omzuma dokundurdu. (İHL’de okuduğumuz için Hoca diyorlardı)
Polislerin gelmesiyle nöbetçi abimizin sevincini gözlerinden okumak mümkündü. Bir çay içimi kadar oturup kalkan polislerin ardından biz de vedalaşıp çıktık Çakırtepe Tesislerinden. Jeep’i çaldığımız yere bıraktığımızda sabah olmak üzereydi…

Hasan Fahri TAN
13Haziran2011/MUŞ
www.kafiye.net