ŞİİRİN DİLİ

İnsanın bir madde dünyası var ki bu dünya asla doğadan ayrı bir dünya değildir. Doğa’nın tüm evrensel yasaları insan içinde geçerlidir. İnsan bu yasaları buluyor ve ondan yararlanarak kendisinin yararına daha fazla kullanmanın yolunu arıyor. Ama asla doğanın yasasının dışına çıkamıyor. Eğer çıkarsa zaten doğa dışı olur ki; buna doğa izin vermez.
İnsanın bir de tinsel dünyası var. Buna düşünce dünyası, imge dünyası diyebiliriz. Düşüncelerimiz, imgelerimiz, dış dünyadan bize yansıyanların genel bir toplamıdır. Maddesel dünyanın beynimizde bıraktığı izdüşümler ve genellemelerle imgeler oluşur. İmge beynimizin ürettiği bir tasarımdır.
İmge, bir maddenin, bir olgunun somut durumunun beynimizde ete kemiğe bürünmesi onun yeniden canlandırılmasıdır.
Nasıl ki, özdek sonsuz değişime uğruyorsa, genel evrenden minil evrene, minil evrende de genel evrene değişim sonsuzca var oluyorsa; insanın düşünce evreninde de sürekli değişim ve dönüşüm olmaktadır. Unutulmasın ki imgelerimiz ve düşüncelerimiz, var olan toplumsal ve çevresel olay ve olgulardan belirleniyor ve oluşuyor. Olay ve olgular değişme uğradıkça, insanın düşünce evreni de yeni koşullara uygun olarak değişme uğruyor. Her değişim ve dönüşümün temel motoru madde evrenidir. Bu değişime felsefe dilinde diyalektik süreç denilmektedir.
Şiiri de bu diyalektik süreçten bağımsız düşünemeyiz. Gerçek anlamda düşünce evreniyle şiirin biribirleriyle ayrılmaz bağıntıları bulunmaktadır.
İşte şiir, düşünce evreninin gelişiminin en üst noktasında ki oluşumun bir ürünü olarak kendini var kılmıştır. Çünkü şiir düşüncelerin, imgelerin doyması ve belirli bir yoğunluğa erişmesi sonucunda doğan bir coşkunluk durumudur. Damlalar halinde çoğalan bir ırmağın, bir çağlayan gibi akmasına benzer şiir.
Şiir kelimelerin çağlayana dönmüş ve beden kazanmış sıfat durumudur. Zat olan sözcüklerdir. Şiir bu sözcüklerin düzenli bir konumda birbirini bütünleyerek art arda dış dünyaya akması ve bedenleşmesidir. Şiir sözcüklerin beden bulmasıdır. Zatın sıfata dönüşmesidir. Zat gerçek olan, sıfat ise yansıyandır. Burada gerçek olan düşüncelerimizin ve duygularımızın karşılığı olan sözcükler; yansıyan ise sözcüklerin yüklendikleri anlamlardır.
Şiirin tam bir tanımı yapılamamıştır. Ama şiir için; duygu yoğunluğu yaşayan insanların, duygularını özlü ve güzel sözlerle dışa yansıtmak için başvurduğu söz ve yazım sanatıdır denebilir.
Şiir, insan bilincinin yaratımıdır. Bu yaratı beynin dış dünyadan algıladığı nesnelliği, kendi içinde özümseyerek imgelem yoluyla ete kemiğe büründürdüğü söz öbeklerinin bir volkan şeklinde dış dünyaya akmasıdır.
Şiirde, ritim ve imge ön plandadır. Ritim ve imge insana estetik bir tat bırakır. İmge nesnelerin beynimizdeki izdüşümleridir.
Ritim ise uygunluk, bütünlük ve düzenliliktir.
Bu iki olgu birleştiğinde insanda duygulanım yaratır.
Şiirde yoğunluk; bilincin bir noktada toplanması, bütünleşmesi ve aynılaşmasıyla oluşur. Bu anlamda şiir insanda birikimin durdurulamaz noktaya gelip patlamasıdır.
Bir duygulanımdır şiir. Duygu yoğunluğu yaşamayan bir insan şiir üretemez.
Şiir sözcüklerin en vurgucu şekilde kullanılmasıdır. Az sözle birçok şeyi anlatabilme sanatıdır. Bunun içinde bir insan beyninde ne kadar çok sözcük biriktirirse o kadar çok etkili ve vurgulu şiirler yazar. Çünkü şiir sözcüklerle oynamadır. Sözcükleri doğru ve yerinde kullanmak şiirin gücünü artırır.
Şiiri anlamlı kılan şey, o şiirin hayatla buluşması ve başka insanların o dizelerde kendisine ilişkin şeyleri bulmasıyla söz konusudur. Bir insan bir şiiri okuduğunda bir duygulanım yaşıyorsa o şiir o kişi için anlamlıdır. Her şiirin ve her sözcüğün yaşamda bir karşılığı varsa anlamlıdır.
Şiir, insan beyninin, düşüncesinin ortaya koyduğu bir olgudur. Bir yaratma eylemidir. İnsanın gizil duygusunun nesnelliğe dönüşmesidir. Bu anlamda her insanın yazdıkları ve ürettikleri bir değer taşır. Her değer de bir emek içerir. O halde her emeğe saygı göstermek ve ona değer vermek gerekir.
Şiir, insana ilişkindir. Bir insanın dış dünyadan edindikleri, yüklendikleri, karşılaştığı iyi veya kötü davranışları, olgular ve olayların tininde bıraktığı etkileri sonucunda iç dünyasında harmanlayıp ve anlamlandırıp imgelere büründürerek dışarıya yansıttığı duygu, görüş ve düşünceleridir. Şiir bu anlamda insanın kendi iç dünyasını yansıtan çok önemli bir işleve sahiptir.
Bir insan neyse odur. Her insan kendisini var eden bütünselliği içinde ve yetenekleri ölçüsünde kendini tanımlar. Bu anlamda her üretilen değerlidir. Üretilen bir şeyi beğenip beğenmemek kişinin duruşuyla, yaşama bakışıyla, yaşamı yorumlayışıyla… b.g… ilintili bir olgudur.
Bir şiirin serbest ya da hece ölçüsüyle yazılması şiirin değerini ölçmeye yeterli değildir. Bu şekilsel bir durumdur. Şiirde önemli olan özdür. Vermek istediğidir. Şiirin bütünselliği ve anlamsallığı çok daha önemlidir. Eğer bir insan okuduğu dizelerden zevk duyuyor, tat alıyor ve duygu yaşıyorsa o şiir onun için önemli ve anlamlıdır.
Şiirin hayat ile buluşması ona toplumu dönüştürmek adına büyük işlevler yükler. Çünkü yaşamda önemli olan insanı ve dolayısıyla toplumu ileriye taşıyacak bir toplumsal anlayışı oluşturabilmektir. Dünyada, yaşamı güzelleştirmek, barışı, paylaşımı, sevgiyi yerleştirmek en önemli çaba olmalıdır.
İşte burada aydının duruşu önem kazanmaktadır. Var olan toplumsal mücadelede “aydın” hangi safta yerini almaktadır. Bu duruş aydının yaşama bakışı ve hayatı yorumlayışını da belirler.
İşte, bir yazarın, bir ozanın veya bir şairin bilincinden dışarıya yansıyan dizeler ve kalemine dökülen sözcükler o şairin safının ve duruşunun da göstergesidir.
Şiirde imgelem, betimleme, duygu, bütünsellik, işlenen konu, yoğunlaşma, uyak ve ritim çok önemlidir.
Şiirde duygu, coşkunluk ve yoğunlaşma en üst aşamadadır. Şiir insan ruhunun ve enerjisini bir noktada toplar ve insanı duygu yoğunlaşmasıyla sarar; kişiyi dış dünyadan iç dünyaya yöneltir.
Betimleme, bir olayı ve olguyu insanın beyninde canlandırması, soyut olanı beyninde yaşatır veya somutlaştır konuma getirmesidir. Kendisinde uzak olanı yeniden var kılması ve bilinçaltındaki gerçekliği bilince çıkarmasıdır. Şiirde betimleme; yani canlandırma, somutlaştırma, yaşanmamış ya da daha önce yaşanmış olanı yoğun duyguyla yaşatmaya veya yeniden açığa çıkarmaya çalışır.
Şiirin serbest ölçüyle ya da hece ölçüsüyle yazılması o şiirin değerini arttırıp ya da azaltmaz. Her ikisinde de ritim, duygu, konu bütünlüğü, imge ve insan ruhunda uyandırdığı coşku, uyum ve estetik varsa o şiire değer yükler.
Serbest ölçü, sözcükleri özgür kılar. Serbest ölçülü şiirler özgürlüğü çağrıştıran şiirlerdir. Ama hiçbir özgürlük sınırsız değildir. Sınırsız özgürlük karmaşa ve düzensizlik oluşturur. Uyumsuzluk ve parçalamayı yaratır, bütünselliği yok eder. Bu anlamda her özgürlüğün bir sınırı olduğu gibi şiirde ki sözcükleri de karmaşa üretmeden, birbiriyle uyum içinde kullanmak gerekmektedir. Yoksa serbest ölçüyle yazıldığı sanılan şiir bir bakmışsınız şiir olmaktan çıkmış ve anlamsız bir nesir oluvermiş.
Unutulmamalıdır ki serbest ölçülü şiirde de uyak söz konusudur. Ama bu uyak dizelerin sonunda değil, dizelerin aralarına serpilmiştir.
Her şiirde Betimleme, insandaki gizli kalmış duyguları açığa çıkarma; imge, yani düşüncede var etme, yaratma; sözcüklerin birbirini tamamlaması, yani bütünlük; bir nehrin taşması gibi uyanan coşku;… v.b. şiiri şiir yapan değerler o şirin yapısını ve etkisini de gösterir.
Uyaklı şiirler sözcükleri birbirlerine bağımlı kılar. Dizelerin sonunda ses uyumu söz konusudur. Bu uyum sözcüklerin kullanılmasını kısıtlasa da insan ruhu üzerinde olumlu ve estetik bir haz bırakır.
Türk dilinin yapısı, uyak kullanmaya çok uygundur. Çünkü bu dil yazıldığı gibi okunan bir dildir. Yine Türk Dilinin her sözcüğünde ve her hecesinde mutlaka bir sesli harf bulunur. İşte bu özellikler Türk Şiirinde uyak kullanmayı kolaylaştırır ve hatta ozanları, şairleri bu yöne doğru iter.
Her iki ölçüde de edebiyatımızda çok önemli, çok etkili, çok estetik ve çok anlamlı, v.s. eserler üretilmiştir.
Üreten her ozana, şaire bin selam.

Süleyman ZAMAN
31.01.2009 Fatih/İstanbul
www.kafiye.net