Bir Hayat Kokladım
Sabahları gelen telefonlar beni oldum olası mutlu eder. Gün yeni başlamıştır ve insanların ruhları daha bir arınmıştır o anlarda.
Tam bunları düşünürken telefonum acı acı değil, tatlı bir titreşimle “Ben buradayım” dedi. O ruhla gülümseyerek açtım telefonu.
“İstersen bana gel; hem kahve içer hem de biraz sohbet ederiz.” diyordu. Düşündüm pratik bir çabuklukla; dergideki işlerim bitmek üzereydi. “Olur” dedim, “Neden olmasın?”
Onu tanıyalı birkaç yıl olmuş, içten sohbetleriyle beni kendine bağlamıştı. Çok fazla söz etmez; ama hayata dair çok şey anlatırdı. “Anlattıkların senin yaşantından mı?” diye sormak hiç aklıma gelmemişti nedense. Bugüne kadar hep keyifle dinlemiş, içtiğimiz birer fincan kahvenin doyumsuz mutluluğunu daha çok hissetmiştim.
Kapıyı açtığında, her zaman görmeye alıştığım tatlı tebessümü ve derli toplu, modern giysisiyle karşımdaydı. Elini uzatıp elimden tuttu ve hemen odaya aldı beni.
Aynı yaşlarda sayılırdık. Onun yüz çizgileri az daha belirginleşmişti. “Yaşadığı hayatın derin çizgileridir belki” diye düşündüm bu kez. Kahvemi yudumlarken, gözlerinde ilk defa gördüğüm hüzün bulutu beni böyle düşünmeye itmişti belki de.
-Duydum ki; sana anlatılan hayat hikâyelerinden kendine göre paylar çıkarıp kısa öyküler yazıyormuşsun.
Şaşırdım…
-Evet, ama izinsiz hiçbir şey yazmadım şimdiye kadar. Hem kahramanların isimlerini de değiştirmişimdir her zaman.
Gülümsedi tatlı tatlı; ama hüzün bulutlarıyla süslü…
-Şimdi anlattıklarımı yazmanı istiyorum. İsim verip vermemen çok da önemli değil. Ben anlatayım; sen kendine göre kurgulayıp yaz.
-Olur.
Başladı anlatmaya…
-Çevremi, kim olduğumu ilkokula giderken algılamaya başladım. O güne kadar sadece annemin biricik kızıydım. Babam, ben doğmadan ölmüştü. Öyle söylerdi annem. Köyümüzde çıkan bir yangında tüm akrabalarımızı kaybetmişiz. Yangın çok büyükmüş; köyden sadece birkaç kişi kurtarılabilmiş. Annem bunları anlattıkça, ben evimizdeki sobanın alevinden bile korkar olmuştum. İlkokula gidene kadar hep yangında ölen akrabalarımıza üzülerek, gizli gizli ağlayarak büyüdüm.
Daldı birden. Sabit bir noktaya bakıyordu.
-İlkokula başladığım ilk gün, annem önlüğümü giydirmiş, saçlarımı çift örgü yapmış, elimden tutup sınıfıma götürmüştü. Annemin o güne kadar hiç yapmadığı bir şey dikkatimi çekti. Saçlarına küçük bir başörtüsü takmıştı. Heyecanımdan bir şey söyleyemedim; ama ne kadar da değiştirmişti başörtüsü onu. Oysa geceleri bir fabrikada çalışıyor, giderken de başörtüsü takmıyordu. Çalıştığı gecelerde, bana üst kattaki Fatma Teyze bakardı. Hatta gündüzleri pazara ya da başka şeyler almaya çıktığımızda bile takmazdı örtü. “Dönüşte sorarım” diye düşündüm içimden. Bunları düşünürken, “İşte öğretmenin kızım” dediğini duydum annemin ve o yöne gittik. Öğretmen elimden tutarak diğer öğrencilerinin olduğu sıraya oturttu beni. Annem ve diğer anneler de bizlere bakıyordu. Onlara el sallayıp öğretmenimi takip ettim.
-İçimden bir ses bu öykü çok tuhaf gelişecek diyor.
Hiç duymamıştı sanki beni. Devam etti.
-İlk günler çok güzel bir kız oturuyordu yanımda. Sonra annesi geldi, yerimi değiştirip başka bir sıraya oturttular beni. Defalarca böyle devam etti. Öğretmen beni birilerinin yanına oturtuyor, sonra o kişinin annesi geliyor ve sürekli benim yerim değiştiriliyordu. Anlayamıyordum bu davranışı. “Belki okulun kuralıdır” diyordum. Sonraları artık çok üzülür olmuştum. Hele ki en son yanımda oturan arkadaşıma çok bağlanmışken, onun da annesi sınıfa gelince olacakları tahmin edip ateşler içinde yerimden kendiliğimden kalktım. Öğretmenim tek başıma bir sıra ayarladı bana ve gidip oraya oturdum. Artık yanımda kimse oturmayacaktı. İlk kez ağlayarak eve gittim.
İster istemez acı bir “Off” çekmiştim ve hayretler içinde dinlediğimi fark ettim.
-Akşam yaklaşıyordu. Annemin fabrikaya gitme saati gelmek üzereydi. Beni o halde görünce ısrarla sordu. Üzülerek okulda olanı biteni anlattım. Beni defalarca öpüp bağrına bastı. “Tamam kuzum, demek ki buralardan ayrılma zamanımız gelmiş. Büyüdün; artık ayrılma zamanlarımızı sen belirleyeceksin. Ağlama, üzülme! İlerde sana her şeyi anlatacağım. Sadece anlayacak yaşa gelmeni bekliyorum” dedi.
Olayı anlamaya başlamış gibiydim; ama “Ya değilse” diye de merak ediyor, daha da dikkatli dinliyordum.
-Günler birbirini kovalıyor, değiştiğim okullar ve gittiğimiz her yeni ilçede aynı durum devam ediyordu. Bazen birkaç ay, bazen bir dönem sürüyordu.
Dudaklarımın titrediğini görüp bana bir su getirmeye kalktı. Döndüğünde aynı tebessüm… Şimdi görmüştüm o tebessümdeki acı tadı.
-On yedi yaşımda, lise son sınıfta son döneme geldiğimde, yine büyük bir kentin, en büyük ilçelerinden birindeydik. İçimden “İnşallah bu dönem sorunsuzca geçer de, hiç değilse lise burada biter; üniversite sınavlarına hazırlanacak vaktim olur” diye dua ediyordum.
Durakladı, gülümsedi…
-İstersen sonra devam edelim. Rengin değişti sanki.
-Asla! Lütfen devam et arkadaşım…
-Üniversite sınavlarına sadece üç hafta kalmıştı. Ufak tefek bazı huzursuzlukların dışında okuluma devam ediyor, büyük bir heyecanla sınavlara çalışıyordum son olay patlak verdiğinde. Yine okula bir veli gelmiş, sınıf öğretmenimizle konuşmuş, “Ya o kız başka sınıfa alınır ya da ben kızımı okuldan alırım” demişti. Sınıf öğretmenimiz bu teklife sinirlenerek karşı koymuş, müdürümüzle kavga bile etmişlerdi. Bu olay artık bardağı taşıran son damlaydı. Nasıl olsa okulun son günleriydi, sınav da çok yaklaşmıştı. Artık yoklama da alınmıyordu. Fiili lise hayatıma o an nokta koydum. Bir ara gider mezuniyet belgemi alırdım nasılsa; ama artık annem bana bir şeyleri açıklamak zorundaydı. Sabah, annem beni yatağımda görünce şaşırarak sordu neden gitmediğimi. Gitmeyeceğimi, sınavlara kadar evde çalışacağımı söyledim ve dün yaşadığım olayı aktardım. “Hem kahvaltımızı yapalım hem de sana anlatayım artık” dedi iç geçirerek. Kahvaltımızı yapıp çaylarımızı yudumlarken annemin ilk kez gözlerini benden kaçırdığını fark etmiştim. “Neresinden başlayacağımı bilmiyorum; bildiğim tek şey artık beni çok iyi anlayabileceğin.”
Düğüm çözülüyordu ve bende de sona dair müthiş bir telaş vardı. Garip olansa ben de gözlerimi kaçırmıştım arkadaşımdan.
-Önce köyümüzü anlattı. Güzelliklerini, yeşilliklerini, çeşmenin başında arkadaşları ile sohbetlerini… Gözleri hep uzaklardaydı. “İlkokulu bitirdikten sonra dedem ortaokulu okutmamış ve kız kısmına fazlası olmayacağını söylemişti sert ifadelerle. Onlara göre evlenecek yaşım gelmişti. Eve su getirmeye gittiğim çeşme hariç dışarı çıkmama da izin yoktu. Keşke ona da izin vermeselermiş de bu olay başıma gelmeseymiş.” dedi bir çırpıda annem. Meraklanıp sebebini sormuştum. İşte o an ağlayarak anlatmaya başladı.
Arkadaşıma acıma ifadesiyle baktığım belli olmasın diye gözlerimi kaçırıyordum. Dinlediğim en acı hayat hikâyelerindendi doğrusu.
-“Yine çeşmeye gittiğim bir gündü. Hava yağışlıydı ve diğer kızlardan hiç biri görünmüyordu. Testileri doldurmuş, eve doğru yürümeye başlamıştım ki, birkaç kişinin geldiğini gördüm. Görünmeden uzaklaşmak isterken onlar hızlı davranmış, ne olup bittiğini anlamadan ağzımı kapatıp, beni bir atın terkisine atmışlardı. Yaşım yeni on dört olmuştu. Kaldırdıkları dağda günlerce eziyet ettiler. Bıraktıklarında ya köye dönecektim ya da buralarda kurda kuşa yem olacaktım. Köye dönmeye karar verdim. Evimize döndüğümde sanki cenaze evi gibiydi. Herkes başıma gelenleri biliyor; ama ne yapacağını bilemiyordu. Amcamlar fermanımı imzalamış, katlime karar vermişlerdi. Canım babam kıyamadı bana. Suçum olmadığını biliyordu. Bir gece, ağlayarak usulca yanıma sokuldu. Elime para verip, sabah olmadan köyü terk etmemi söyledi. On dört yaşında bir kız çocuğu nasıl bir yerlere yalnız gidebilirdi ki? Ama gitmek zorundaydım. Aileme başka bir acı daha yaşatmayacaktım. Gecenin bir vakti çıktım köyden, yollara düştüm. Allah yardım etti, kasabaya kadar ulaşabildim. Sonra nasıl gideceğimi öğrenip şehre vardım. Yanımdaki para çok azdı. Hem iyice uzaklaşmam hem de sürekli karnımı doyurabilmem lazımdı. Birkaç gün, kendimce güvenli bulduğum kuytu köşelerde yattım. Sonra bir iş hanında temizlik ve çay işlerine yardım etmeye başladım. İşe başlamak için yalan söylemiştim. Gerçi büyük şehir olduğu için çok sorgulamamışlardı bile. Beni iş hanının yöneticisi işe almış, kalacak yer de sağlamıştı. Karnım büyüyüp sana hamile olduğumu anlayınca karnımı gizledim. Çalışmak zorundaydım. Babasının hangisi olduğunu bilmediğim bir çocuk taşıyordum içimde. Kıyamıyor, onu seviyordum. Hamileliğimin son zamanlarına kadar idare edebildim. Yöneticimiz iyi niyetli birisiydi. Son günlerimde her şeyi ona anlattım. Senin doğumuna eşi ile beraber yardımcı oldular. Onların evinde kaldım bir süre. Sonrasında iş hanında dedikodular çıkınca bir başka şehre taşındım. İş bulmak zordu. Hem seni, hem kendimi doyurmak için çalışmam gerekti. Nereye başvursam hep başka tekliflerle karşılaşıyordum. Sonunda pes ettim. Acı gerçekle bir pavyonda konsomatris olarak çalışmaya başladım. Kazandığım para ikimizi de doyurmaya yetiyordu. Sen okula başlayıncaya kadar çok fazla şehir dolaşmadan işime devam ettim. Sonrasında senin de bildiğin sebeplerden sürekli yer değiştirmeye başladık. Beni affet kızım. Seni doğurduğum için, sana bu eziyetleri yaşattığım için… Babanın kim olduğunu dahi bilmiyorum. O bir vicdansızlık yaptı diye ben de yapamazdım.”
-Biraz ara verelim ne olur. Bu acıyı ve çaresizliği hazmetmek istiyorum.
Acı acı güldü. Bir çaydan sonra yine devam etti.
-Annem her şeyi anlatmıştı. Yanına gidip o tertemiz elleri öpüp koklayarak sarıldım. Yaşadığım onca olayı o zaman daha iyi anlamaya başladım. Üniversite sınavlarına girip, bir başka şehirde iki yıl muhasebe üzerine eğitim yaptım. Ben okurken annem yine mecburen çalışıyordu. En kısa zamanda bir okul bitirip, annemi çektiği çileden kurtarmak için bu bölümü seçmiştim. İyi de oldu. Okul bitti. Bir bankada memur olarak işe başladığım zaman yine başka bir şehirdeydik. Ama bu defa hayata sıfırdan başlamak üzere… Artık annem bana değil, ben anneme bakacaktım. İşe başladığım zamanlar yirmili yaşlardaydım. Hayatımı işim ve annem üzerine kurmuştum. Yıllarca beni büyütmek uğruna acı çeken kadına, biraz olsun mutluluk yaşatmak istiyordum. Annem de bir an önce evlenip çoluk çocuğa karışmamı… “Torun sevmek istiyorum” diyordu sürekli. Hasan Bey’le evlenişim biraz da annemi mutlu etmek için oldu. O da benim gibi bankada memurdu. Annemle beraber aynı evde kalmayı kabul ettikten sonra, kısa zamanda evlendik. İlk oğlumu annemin kucağına verdiğim zaman gözlerindeki mutluluğu unutamam.
Vakit akşama yaklaşmıştı iyice. Eve gidip yemek yapmam lazımdı. Yemekten hemen sonra da bu yaşanmışlığı kaleme almak vardı tabii.
Gülhun ERTİLAV