İkinci Bölüm

Hayat, plansız programsız bol tesadüflü günler sunuyor.
Kış güneşi Körfezin üzerinde hızla kayboluyor. Denizden yükselen kırık ışıklar griye doğru sönen aydınlığı çaresizce tutmaya çalışıyor. İzmir’in dağını taşını derme çatma binalarla doldurduk ya siyah beyaz fotoğraflardaki gibi keskinliği ve netliği yitirmiş gariban ve köhne bir o kadar da hayatlarımız, onlar ki plansız programsız bol tesadüflü günler sunuyor her birimize.

Tek ve iki katlı, pek çoğu ahşap iç içe geçmiş evleriyle, hangi bahçenin nerede bitip bir diğer evin nerede başladığı belli olmayan… Ne kadar haber varsa cinayet, kavga, uyuşturucu, en normal haber polisin hırsız olduğu ihbarıyla girdiği evin çatısında saksılara dikilmiş halde hint keneviri bulunması gibi durumları saymazsak… Vefakâr üstelik sevimli bir semtte geçiyor birazdan anlatacağım bu hikayem.

O anda koltuğa dayanmış; karanlıkla birlikte uykuya teslim olmayan, kapalı gözlerle boşluğu dinleyen birini gördüm. Sanırım o da hazırdı benim gibi anılarını tazelemeye.

Anne dedim,
_‘Vakti geldi’ . Lütfen yardım et, özellikle dedemden başlarsan sevinirim. Derin bir soluk aldı.

Görünmez bir el şimdi etrafında dolanan ve ağırlaşan zamanla beraber onu sevdiklerinin anısına itiyordu.

_Deden vaktiyle Erzincan’da sünnet törenlerinde, ip üzerinde çeşitli aletler vasıtasıyla numaralar yapardı. Nalınla ipte yürürdü, ayaklarına uzun ağaçlar takarak hayranlık ve korku uyandıran gösterilerini seyretmeye gelenler olurdu. Gösteriden sonra gümüş renkli sigara tablasını açardı, içinden tek sigara çekip yakardı.

Dalgın bakışlarla, sanki doğduğu evin kokusunu, bildik ayak seslerini, bütün solukları şeffaflaşmış etrafını ağ gibi örüldüğünü hissederek anlatmaya çalışıyordu.

_O zamanın törelerince görücü usulüyle gerdek gecesinde koynuna sokulurdu kocaların, küçücük yaşlardaki zevceleri…

Soluklandı…
O anda, tüm bunları söylerken, omzuma düşen saçlarımı toplayıp arkaya attım, içimden yıllardır duymadığım bir ağrı başımı yakaladı.

_Deden o zamanlar otelde kayıt işlerine bakıyormuş. İşin yoğunluğu birde istenmeyen bir avrat eklenince hayatı bir anda değişivermiş garibanın…

İçimden taşan bulanık suları bastırmak için miydi bu bir nevi tedavi miydi… Baktı derin derin ve devam etti.

_Tekel Sigara fabrikasında genel müdürlük yaptığı yıllarda beni ve anamı yanına işe aldı. Okumuş görmüş biri olarak babana meslek sahibi olmasına yardımcı oldu…

Son bir gayretle karanlığın ortasında durmuş hıçkırarak iç çekiyordu. Gözlerine baktım. Ağlamasının bir sebebi vardı ‘Devam et anne ağlayacaksan da ağla,’ dedim. Gri iki gölün sularına binlerce damla düşmüş gibiydi.

_Evin içinde aşırı serbest hareketler yapamazdık hoş karşılanmazdı. Sokaklar bizlere, özgür çocuklara aitti! Burada eğlenceyi, koşuşturmayı, gürültüyü patırtıyı anımsıyorum. Aklımda kalan aman aman bir oyuncak da yoktur. Kendimiz icat ederdik onlarla oynardık. Siyah beyaz ekranı olan birde televizyonumuz vardı.

Çeyrek saat sonra ‘Hatırlıyorum’ dedi. Film şeridini sanki başa sarıp yaşadığı olayları gözden geçiriyordu.

_Yazlık sinema önlerinde makinistin kesip biçtiği filmlerden atılan parçalar bulurduk. Evlerin önlerinde “eşik muhabbeti” yapan komşularımız vardı… Ha birde mavi yokuşun sonunda erkek-kız çocuklarına hocalık yapan yaşlı bir kadın hoca vardı, Kur’an-ı Kerim dersi verirdi.

Aklına üşüşenleri kovup başını daha da omzuna gömdü ve devam etti.

_Evde iki ağabeyim vardı kaşlarını çatmaları bile yeterdi. Ahh birde daha sonraları kaybettiğim kız kardeşim… Mahalle arasında çocuklar oyun oynarken başına bir taş atılır. Kanı durdurmak için hastaneye yetiştirirler. Hastanede yanlış kan nakli sonucu vücudunda üre meydana gelir, gözleri görmemeye başlar. Hastaneye yatırılır tekrardan tetkiklerin neticesinde birkaç haftalık ömrü kaldığını öğreniriz.

Bir gün endişeyle ne olup bittiğini anlamaya çalışırken, nefesi kuvvetli okuyan komşular geldiler, hızla kafasına serilen örtülerde kurşunlar döküldü ki, en sonunda bu sağlıksız konuşmalar 11 yaşındaki kardeşimi hayata gözlerini yumdurdu.

Daldığı rüyadan uyanmaya çalışan insanlar gibi ürperdi.

_Evet, bir pazardı hiç unutmam babacığımın kulağına benim babanla fingirdeştiğim dedikodusu gelmiş. Ne çirkin basit bir iftiraydı bu. Önce annem girdi içeriye. Elinde yuvarlak tepsi, içinde tüten sıcak çorbayla. O gün zil zurna sarhoştu. Çekili tül perde yanan tavan lambasının ışığında gözümde dev gibi görünmüştü babam öfkeyle beni çağırdı odaya ama annem gönlünü yapınca hiç konuşulmadı sofraya oturduk tenceredekiler pay edildi. Suskun bakışlarla birbirimizi süzerek ağır ağır akşam yemeğimizi yedik.

Ertesi gün, ‘Bak kızım seninde gönlün var mı’ ağlama eylemime anlam veremeyince babam ‘Yoksa bu deyyuz sana bir şey mi yaptı, deyi verince, başımdan kaynar sular dökülmüştü sanki.

Az dalgalandım. Bakışlarım dudaklarındaydı. Zamanı geri almayı ve söylediklerini defalarca yeniden duymak istemecesine bekledim.

_Vallahide bir şey olmadı. Hıçkırıklarımdan fırsat buldukça, korkak bakışlarla gözlerimi kırpıştırmıştım ama ‘onu seviyorum’ deyince küçücük aklımla o gün ilk ve son Osmanlı tokadımı yemiştim ki bu benim uzun bir süre etrafımda olup bitenlere bakmama rağmen aradığımı bulamamanın telaşını yaşatmıştı. Böyle olunca da babamın en son sözü ‘Hadi hayırlısı…’ olmuştu.

O konuştukça vücudumu saran hafif bir titreme hissettim. Kısa bir zaman sanki uzun yıllar gibi gelmişti. Özlemişti onu. Özünden ayrılmak hüzün vermiş olmalıydı ona. Oturduğum yerde yavaşça doğruldum.

_Ne yazık ki canım babam mürüvvetimi göremeden hayata gözlerini yumdu. Namus meselesi denildi, yıldırım nikâhı kıydık ve babana asker yolu göründü. Döndüğünde bir kurtuluş yolu diye Almanya sevdası ortaya çıkınca da bu sefer gurbetin yolu göründü. Birkaç yıl sonrada beni de iki çocuğunla yanına aldırdı…’diyerek konuşma bitti ama aklımda binlerce soru işaretiyle.

İnen karanlığın altında sırılsıklam etse de bu hikâye sabah vakti ışıkları kendimi güvende ve rahatlattığını hissettirdi. İçimde kırmızı renkte bir huzur büyüyor. Hayat denen şu yolculukta sevgi her şeyden daha çok kıymetlidir.

Şey… Bunları yazmayı ne zamandır beklediğimi bilemezsiniz… Gelecek bölümde yolculuğuma nereden devam edeceğim diye merak edenler, içim şimdiden kıpır kıpır. Teşekkür ederim her birinize teker teker. Bu tür anılar bende manevi boyutu hatırlatır. Tek amacım insanlara daha fazla yardım edebilmek, bu da kalben paylaşmaktır. Sevgilerimle.

‘Bu dünyada her insan kıymetlidir. Sevmeye değerdir.’

İlknur Özgün Yıldırım ___06.02.2016 Cumartesi

www.kafiye.net