LÜLE TAŞI KÜPELERİM


Zeynep ÖZÜGENÇ

Her hafta sonu, başka yerde uyanmak gelenekselleşti bende! Bir de yeni yerler, yeni kültürler. Bunda, gezmeyi sevmemin büyük payı olsa da sağlam arkadaşlarımın olması ve gittikleri yerlere beni davet etmeleri önemli katkı sağlamakta. Cuma günkü mesaiyi tamamladıktan sonra Torbalı’dan kaçış başladı. Yine Pazartesi-Cuma arası işim nedeniyle ikamet edip, talihinde yardımıyla her hafta sonu -nasıl oluyorsa- kendimi Torbalı dışında buluyorum. Bu sefer yolculuk, Afyonkarahisar’a, İşte o termalin başkenti her derdin devası olan, yaratandan bahşedilmiş şifalı su. Zaten bir şey var ki biz Tokatlılar hem gezmeyi, hem suyu, ılıcayı severiz. 
Akşam saat 18:00 civarı evdeyim. Torbalıda daha geziye başlamadım. Akşam yemeğimi yedikten sonra bakalım neler bekleyecekti beni. Gitme saatine iki üç saat kala çıkıyorum evden. O gizemli sanılan saatte, kış olduğu için sanki evden çıkılmaması gereken saatlerde kendimi sokağa atıyorum. Saat 20:45 falan otobüs beni ve gideni tabi ki Cumaovasına bırakıyor. Tabi ben de hava soğuk olur diye yanıma aldığım kızımın lila renkli eldivenlerini o telaşla otobüste bırakıyorum. Bilmiyorum şimdi kimin ellerindedir? Bilemem. Benimle olmadığı kesin. Kızımın kokusu olan o eldivenler Ah! Kim bilir kiminle şimdi. Eldivenleri kayıp bürosunda belki bulurum, bulmalıyım. Çünkü kızın kokusu saklı. İzbana binip Karşıyaka’ya 35,5 tan kalkan servis aracıyla gitmek bana kolay geliyor. 
Gecenin yarısında otobüs için servise biniyorum ve gece ile sabaha köprü olan saat 1.00 de biniyorum. Araba güzel varıyor ya, mübarek sanki tayyare. Saat 05:00 de Afyonkarahisar’dayız! Amanın! Sabahın köründe özel araç almayacaksa, termale kavuşturacak araba -ya da dolmuş her neyse- 07-7:30 dan önce olmaz diye, kendimi bekleme salonundaki koltuklara, kaz tüyü yatak edasıyla bırakıyorum. Aman, o da ne? Gazlıgöl diyor, ama ben konuşamayacak kadar bitiğim. Kaçırdık gitti. Ben gene dalıyorum. Yorgunluk mu atacağım, yoksa kendime yorgunluk mu katacağım, med cezirleriyle kızıp, sevinip duruyorum; Allah var. Şu Afyonkarahisar’ı yılda memleketimden daha çok ziyaret ediyorum, termal sebebiyle. 
Neyse, bir sonraki araçla termal otele ayırtılmış olan yerime iniyorum. Odamın anahtarı ile buluştum. Şimdi suyla buluşmaya geldi sıra. Oh! Aman Allah’ım soğuk hava, sıcak su. Muhteşem bir karışım. Hemen doğru suya. Su mübarek şifa deposu. Ne yorgunluk, ne de stres. Miss. Sanki üzerimden tonlarca yük kalktı, çok şükür. Daha koyunları saymaya niyetlenemeden hop uykunun kucağındayım. Hadi bilin bakalım ne oldu? Ne olacak işte. Rüyalarımı ben seçemem ya. Bu sefer suyun hikmeti herhalde. Kas gevşetici özelliği ile rüyalar net. Yani “Oğluş” rüyama gelmiş, anneannesinin biriciği, canım, tüm sevimliliği ile birlikte. 
Öğleye doğru sözleştiğimiz arkadaşlarım, geldiklerini haber verdiler. Aşağıda restoranda bekliyorlar beni. Büyük bir coşku ile kucaklaştık. Yemeğimizi yedikten sonra odalarımıza çekildik. Şöyle düşündüm de yaşlanıyoruz sanırım. Tanıştığımız dostlarımızı nasılda özlediğimizi düşündüm. Hep özlüyoruz, görmek istiyoruz ya. 
Hava beklenildiği gibi soğuk değil. Hatta Antalya edasında ılık. Bir kez daha Afyon’da termale kavuştuk Herkesin burayı görmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu sularla tanışmalı. Mineral açısından en zengin su burada. Böbrek taşlarının çaresi, bel fıtığı, boyun fıtığı rahatsızlığını iyileştiren su burada. Faydası açısından birçok rahatsızlığa iyi gelecek nitelikte. 
Akşam olurken karşı termalde akşam yemeğine davetli olduğumuzu hatırlatıyorlar. Bir de müzik eğlence falan varmış. Akşamı bekledik ve de o tarafa arkadaşın aracıyla geçtik. Yürüyerek de geçilebilinir ama hem karanlık olduğu için, hem de zaman kazanmak açısından arabayla gittik. O termalde çok güzel. Bir de başka havası var. Görkemli. Akşam yemeğimizi yedik. Çok güzel saz ve türkü, şarkı eşliğinde yemeğimizi yedikten sonra gece tekrar kendi termalimizdeki yerimize geldik. Benim kaldığım odada çay ve yanında pasta vs ikram ediyorum. Şarkı, türkü ve de şiirle geceyi taçlandırıyoruz. İşte yine sevdiğimiz arkadaşlarla bir hafta sonunun tüm güzelliklerini yaşıyoruz. Artık vakit epey ilerlediğinden diğer arkadaşlarım odalarına dönüyor. Bende sabahtan aldığım su kürüne kaldığım yerden devam ediyorum. 
Uyuduk, uyandık, yine kahvaltı seremonisi. Orada termalin patronuyla tanışıyoruz _ Arkadaşlarımla hayret içerisinde tek sahibi olduğunun şaşkınlığını yaşıyoruz, ama adam o kadar mütevazı ki belki de bizim hayretimize hayret ediyor. 
Artık zaman su gibi akıyor. Hep böyledir, güzel anlarda saatler sanki şelale olur, akar mübarek. Sanki 60 saniye 1 dakika etmiyor. Ya çalınmış olmalı bu saatler, çok çabuk bitiyor. 
Artık gerçeklere dönmem ve de benim İzmir’e dönmem gerek. Bunun için de benim terminale inmem lazım. Gelirken de söylemiştim ya. Eğer özel aracınız yoksa geliş de gidiş de sıkıntılı. Terminale gidecek dolmuş, eğer yolcu almayacaksa nazlanıyor gelmeye 
-“Gelecek.” diyor resepsiyon görevlisi
-Az sonra gelir. 
Neyse birlikte zaman geçirdiğimiz arkadaşlar bana kıyamadılar.
-Termale bırakalım. Dediler. 
-Yok, yok. Ben de Eskişehir’de binerim. Dedim ya; bilmiyorum tabi, saatli arabalarının olacağını ve de 16:30 dedikleri aracın, aslında 17:30 da hareket edeceğini. Biletim alınana kadar demiyor adam, ama ben saat hesaplamasına düşüyorum. Of, İzmir’de arkadaşlarım var. Akrabada kalırım ama gecenin bir körü olacak otel niyetine kullanmak ta istemiyorum. Ya gece 24:00 ye kadar bekleyecektim Eskişehir Terminalinde, ya da gece 01:00 de İzmir’e inmeyi göze alacağım. 
Ve de öyle yaptım terminali araştırıyorum, bir şey çok hoşuma gitti ve de dedim ki!
-Şuraya bak, medeniyet işte bu! Sayın Büyükerşen terminaldeki tuvaletleri ücretsiz yapmış. Özellikle yazdığı için kesin yazıyorum. Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Yılmaz BÜYÜKERŞEN’in şehre kattıkları zaten ortada. Buradan da -kim bilir, olur ya- okur, yazar duyar. Belki selamlar efendim, selamlar.
Akşam vakti, yemek zamanı, orada bulunan lokantaya girip karnımı doyuruyorum. Hesabı ödeyip çıktıktan sonra bir göz atacağım. Kafa bölümü kalabalık. Maç olmalı. Gençler kızlı oğlanlı hepsi coşku içindeler ve sanki ben kalıyorum aralarında yaşlı olarak. Hediyelik eşyalara takılıyor gözlerim. Yıllar önce Eskişehirli arkadaşım vardı da, lületaşı övgüsünü duyduktan sonra bir küpe sipariş etmiştim gençliğimde. Ama sonra -nasıl oldu anımsayamadım- görememiştim lületaşı küpeleri. Şimdi “30 yıl sonra da olsa, almalıyım.” Dedim, o yılların anısına bir çift Lüle taşı küpe. Şöyle beyaz, silindirik falan.
Çok zamanım kalmadı artık. Veda zamanı yaklaştı Eskişehir’e. Otobüse binip İzmir’e kavuşmama az kaldı. 

www.kafiye.net