Dost Yüreği Lâl imiş Meğer: Lal imiş Yürek

Hatice Eğilmez Kaya

Yürek ki kalbin ta kendisidir. Sevdamız, neşemiz, hüznümüz, endişelerimiz, umutlarımız onu mesken edinir.

Canımızın dünya üzerindeki varlığının birer kanıtıdır yürek atışlarımız. Bakmayın siz onun tik taklarına; dilimiz söylemese, gözlerimiz ele vermese onda olup bitenleri, kimselere bir şey diyeceği yok. Ve yangını suskusunda saklı. Nurşen Kaygısız “Lal imiş yürek” derken ne de haklı bu yüzden.

Şair Nurşen Kaygısız öğrencilik yıllarımın bana bir hediyesidir. Her ikimiz de Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduk. Farklı yerlerde -ki ben İzmir merkezde büyüdüm, o ise İzmir Kiraz’da büyümüş- aynı öyküleri yaşamışız şiir sevgisine dair. Sevilen bir edebiyat öğretmeninin kürsüdeki yansımasına duyulan hayranlıkla adı konulmuş bir öykü bu.

Kasabalarda ya da şehirlerin kasaba benzeri semtlerinde büyüyen genç kızlar üç aşağı beş yukarı birbirlerini anımsatırlar. Giysileri, yürüyüşleri, bakışları, konuşmaları çoğunluk aynı üslup üzeredir. Hayalperestlik de varsa eğer serde, mutlaka birbirine yaklaşır bu türden kızlar. Nurşen Kaygısız ile Hatice Eğilmez farklı arkadaş gruplarında da olsalar hep sevgiyle ve ilgiyle baktılar sırf bu yüzden karşılıklı kendilerine. Aradan yıllar yıllar geçse de ‘dost yüreği’ sıfatıyla anarlar isimlerini.

Neler yazardık acaba o yıllarda çoktan yitirdiğimiz defterlere, neler okurduk tatlı genç kız sohbetlerimizde “işte bu da benim şiirim,” diye? Hatırlamam, yalnızca bildiğim bir şey var ki kalplere dokunan dizeler yazardı tertemiz ‘dost yüreği’ o yıllarda. Bu ilk kitabıyla anladım ki ‘lal imiş’ meğer.

Duru, su gibi bir yazma dili var Nurşen Kaygısız’ın. Tükenmez bir su gözesine benziyor üretkenliği. Çağıl çağıl olması, kaleminden damlayan her dizenin bereketi, kâh sakin göller gibi içini açması kâh derin kuyularca sırrını saklı tutuşu, içtenliği, yalınlığı onun birer üslup özelliği.

Kısa, kesik dizeler kullanıyor Nurşen Kaygısız. Yarım kalan her şeyimize, özleyip de eremediklerimize, başlayıp bitiremediklerimize, arayıp bulamadıklarımıza, bulsak da elimizde tutamadıklarımıza telmihte bulunurcasına. Yine de aciz kalmıyor hiçbir sözü. Dizeleri kısa, söyledikleri uzun olduğundan olsa gerek.

Zemheri uğultuları duyulur aslında lal olan her yürekten, bahar şarkıları, yaz neşeleri… Ve hazanın kendine has ritmi. Lal olan her yürek hem suskusunda hem yangınında bulur kendi gerçeğini, tıpkı demirin tavında dövüldüğü gibi. Bir kendini bilme, aslını bulma öyküsü okumaktır bu yüzden ‘Lal İmiş Yürek’in sayfalarında dolaşmak…

Şairin yüreğinin sızısıdır şiir. Her dize bu yüzden yanar. Şairin yüreği yanmasaydı eğer, kırmızıya çalar mıydı kaleminden dökülenler? Varsın dünya dönsün, varsın günler terk etsinler tek tek bizi, varsın yerle yeksan edilsin gönüllerimiz bazı bazı. Ne gam dizeler aracılığı ile dile geldikten sonra derin dehlizlerimizde biriktirdiklerimiz.

Yunus Emre, “İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer / Aşkı olmayan gönül misali taşa benzer” diyor. Şairlerin kimi derde kimi dermana; kimi ateşe kimi suya benzetir aşkı. “Bir gece aşk aktı şiire, şiir gözlerine aktı” diyen Nurşen Kaygısız aşkın ve şiirin birdenbireliğinden dem vurur. Su misali akıcılığından ve şiire ilham kaynağı oluşundan. Gerçekten de aşk sadece şiirin değil, akla gelen gelmeyen her nesnenin varlık sebebidir. Şairlerin zaman zaman elinden kalemlerini düşürse de o, aslında cümle kalemin mürekkebidir aynı zamanda. ‘Lal İmiş Yürek’te de aşktan gayrı bir anlam aramasın okur, zira bulamaz.

Beklemek mi daha güzeldir, yoksa kavuşmak mı? Sorusuna her kalpten ayrı cevap yükselir kuşkusuz. Sevgilisiz geçen vakitlerin kazası ve telafisi olmadığını hatırlatan şairler her bir araya gelişin zenginliğini bildiklerinden bu hatırlatmayı yaparlar. “Yokluğun cehennemin öbür adıdır, üşüyorum kapama gözlerini,” demişti Ahmet Arif hiç geçmeyecek anlardan birinde. -Hiç geçmeyecek an, diyoruz çünkü güçlü olan her dize zamanı tam da yazıldığı an yakalayabilme yeteneğine sahiptir.- Nurşen Kaygısız da “Gelişin umutlu, gelişin titrek bir alevin yangına dönüşmesi.” diyor.

“Çöz saçlarını deli kız, sevdanı ör, umudunu ör, örme saçlarını.” Ne hoş bir emirdir bu, belki de rica yahut yalvarış… Şiirdeki kız sevmeden önce de deli miydi acaba? Yoksa deliliği sevdadan mıdır? Ve örmese de saçlarını dağılan teller midir yoksa başkalarınınkine benzemez haller mi?

‘Lal İmiş Yürek” ellerimde. Tıpkı şarkılardan fal tutar gibi dize avlıyorum içinden. Hangisini okusam parmaklarımın ucu yanıyor. Hangisine değsem gökkuşağı ya da adını hepimizin bildiği çiçeklerden biri oluyor. Yasemin, ıtır, gül, menekşe… Sevmek ne güzel diyorum. Sevmek çoğaltıyor her yüreği. Kıymetli dostun, “yoksun neye dokunsam” deyişi mesela. “Kaybetsem de zaman zaman mavi kanatlı kuşu, hep senden süzülüp yayıldı yeryüzüne ışık” deyişi. “Ben bir çakıl taşıyım çimenlerin arasında / ellerin yeşil, yüreğin binlerce çiçek etrafımda” deyişi…

Yaşamak bir yanılsama ise ya da bir düş, şiir uyanıklık halimiz olsa gerek. Sıradan gidişlere son vermek, yeniden başlayabilmek olsa gerek. Yeniden ve hep yeniden başlayabilmek. Söze, ‘Lal İmiş Yürek’ diye başlayan şairin sesinden dinleyelim bir de hüznün, aşkın, suskunluğun, acının bestelere sığmaz namelerini.

www.kafiye.net