Gece Saat Üçtü

Gece saat üçtü. Zeynep kendiliğinden uyandı. Mutfağa gidip bir bardak su ictikten sonra sandalyeye oturdu ve sol bacağını yanına aldı. O vaziyette beş dakika donmuş gibi kaldı orada. Sonra yatağına yöneldi. Hava soğumuştu örtüye büründü. Dışarıyı dinledi bir tane bile araç sesi yoktu. İnsan sesi, çocuk sesi de yoktu. Kapının kenarında halihazırda bekleyen mandalina kabukları vardı. Demek ki gece diye çocuklar yoktu, yoksa çocuklar vardı, diye düşündü.

Gece saat üçtü. Zeynep kendiliğinden uyandı. O da kabuslar görüyordu çünkü ikinci kızıydı onun. Nasıl yüreğine sığındığını hatırladı yine birden onun. Hatırladı mı? Hatırlamak ne demekti diye düşündü, -keşke hatırlamış olsaydım.

Dedi ki, aşkını içime düşüren Rabbim, sahi düşürdün mü, istemedin? Rabbim, neden beni istemedin? Akli ve kalbi bocalamak nasıl bir şeydi. Olasılıklar gibi. Her uzvumuz aynıydı evet ama kullanılış şekilleri hep başka başkaydı ve kimi zaman da bu oluyordu işte, Zeynep’in başına gelen. Uzuv ayaklar, yine uzuv savruk gözlere takıldığında, kornaların, koşturan insanların, kaldırımların olduğu gerçek hayattaki gibi birden uyandığınızda tökezliyor ama ruhların dünyasında, onların dünyasında ayaklarınız, kendinden çok uzakta bir çift uzva yenilebiliyordu. Adına da güya yere sağlam bastığınızı hissettiğiniz sözlerin onası kanlı canlı gerçek hayatta, aşk diyordunuz. -Hani üzüm üzüme baka baka kararırdı?

Gece üçü de geçiyor ve Zeynep kendiliğinden uyanmaya devam ediyordu. Rüyalar, kabuslar, karanlıklar, kocaman evler ve renkli kilimler görüyordu. Yine geçmişti, yine geçmişti ve demişti ki, sahi neden istemediniz beni Rabbim, neden sürekli gözümün önünde beliriyorsun? Gitmiyorsun, kalmıyorsun, gelmiyorsun. Bu zamana yayılmış ölüm, bu sessiz, zamanla ama temiz ölüm. -ben az once belirmek mi dedim? Belirmek ha. Beliriyor olmanı çok isterdim. Özlediğinde kalkıp ona gitmek gibi mesela. Ama hep buradaysan buna daha ne denir ki. -onlar aşk diyor işte. Bilmem ben olasılık. Ama bak kaç şekilde kaç türlü anlatıyorum, hala gelmezsin?

Gece, gece ve her gece, bir başka ama aynı geceydi; her gece, bitmek bilmeyen kabuslar, büyük evlerde bulduğu huzursuzluklar, ağlayarak uyanan kız çocukları, başını sıcacık yüreğine gömen babalar, aklen ve kalben bocalamak gibi tıpkı, aynı anda sevinip ama üzüledebilen babalar, babalar gibiydi gece. Babaların uykusuz geceleri gibiydi. Başını koyduğu o yastığın altında neler var o biliyordu. -ben biliyordum. Belki başka hiç kimse bilmiyordu.

Gece dörttü ve Zeynep artık ölmek istedi. Düşündü. Şunu düşündü. Platonik aşkları sebebiyle sevdiği zata blöf için kutu kutu ilaç içen, çeşitli intihar şekilleri deneyen bir dolu arkadaşı olmuştu. Zeynep o zamanlar bomboş mukavva bir kutuydu. Muhakkak içinin bu boşluğu onların tutunmasını olanaksız kılmıştı. Keşke dedi. Keşke blöf olsaydı. Yalan olsaydı. -insanın bunu şurasında hissetmesi tamam demesi ne acıymış. Sonra sonra dolmaya başladı Zeynep mukavva kutu.

Gece dördü yirmi beş geçiyordu ve biz kendiliğimizden yırtıldık. Simdi günaydın mıydı Zeynep? -Günaydın mıydı? Bana.

Hatice Kübra Öktem 
23.10.2015
04.26
www.kafiye.net