KAÇINCI MADDE?

Sevgili Gençler;
Yurdun her tarafı düşman işgali altında inlerken, bazı kişilerin zevk ve eğlence peşinde koştuğu karanlık günlerden kurtulmak için ilk adımın atıldığı Atatürk’ü Anma Ve Gençlik Ve spor Bayramı, yani zafere doğru atılan adımın ilk başlangıç yıl dönümü kutlamaları haftası içerisindeyiz. Türkiye Cumhuriyetinin temellerinin atılması için İstanbul’dan Samsun’a hareketin başladığı haftanın kutlanması yapılacak.
15.Mayıs.1919 günü başlatılan Samsun yolculuğu, yine İzmir’de Yunanlı Askerler tarafından bu topraklar için, “ esir bir insan olarak yaşamaktansa; ölürüm daha iyi” bağımsız yaşamayı hedefleyerek Konak meydanında Bağımsızlık meşalesinin yakılmasında öncülük eden Hasan Tahsin’in şehit olduğu haftayı kutluyoruz. Vatan için şehit olmak ne kadar kutsal ise, vatanın bağımsızlığının korunması için yapılan bağımsızlık savaşları da o kadar kutsaldır.
Bağımsızlık korunacaksa şehit verilecek. Bağımsızlık korunacaksa yaralı olacak, bağımsızlık korunacaksa uzun geceler uykusuz kalınacak. Vatan için, namus için, inançlarını hür bir ortamda yerine getirmek için nasıl ki ecdadımız şehit olmuş, savaş meydanında; kolunu, bacağını, gözünü bırakarak bu toprakları bize emanet etmişse, bizler de aynı inanç ve düşünce içerisinde büyük bir dikkat ve titizlikle çalışmak zorundayız. Kalan mirası har vurup harman savurmamalıyız. Bize bırakılan mirası barış zamanında teknolojik açıdan ileri devletler düzeyine getirmek için canla başla çalışmalıyız.
Sözü fazla uzatmak istemiyorum. Sadece bu vatanı bize emanet eden ecdadımıza layık olmak için daha dikkatli olalım ve emaneti aldığımız yerden itibaren yüceltmek için çalışalım. Size bu haftanın önemini ve anlamını en iyi bir şekilde anlatacağına inandığım, çok eski bir anının tekrar hatırlatılmasında yarar görüyorum. Atatürk ile Mazhar Müfit Kansu arasında geçen bu konuşmayı dikkatle okuyunuz. İnsanların bir işe başlamadan hedefinin ne olması gerektiğini, işe başlayınca da nasıl işlerin dikkatle takip edilmesi gerektiğini sanırım anlayacaksınız.
Zafer haftasının tüm Türk Ulusuna hayırlı olmasını, bu vatanı bize emanet etmek için şehit olan ecdadımızı rahmetle anarken; Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm çalışma ve silah arkadaşlarına Allah’ın rahmeti üzerlerine olmasını diliyorum. Onlar olmasaydı diye düşünmeyi değil, bundan sonra bizler ne yapabiliriz, bize düşen görev nedir felsefesi ile hareket etmeliyiz. Ancak o zaman başarılı olacağımıza inanıyorum.
Saygılarımla.
19.05.2011
Hüseyin DURMUŞ
www.kafiye.net

KAÇINCI MADDEDEYİZ?

Erzurum’dayız.
– “ Mazhar not defterin yanında mı?”
– “ Hayır paşam” dedim.
– “ Zahmet olacak ama, bir merdiveni inip çıkacaksın. Al da gel” dedi.
Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını bir iki nefes çektikten sonra;
– “ ama, bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya ( Kalem Mahsus Müdürü) bir de sen bileceksin. Şartım bu .” dedi.
Süreyya da ben de “ Buna emin olabilirsiniz, Paşam” dedik.
Paşa bundan sonra:
– “ Öyle ise tarih koy” dedi.
Koydum, 7-8 Temmuz 1919 sabaha karşı.
– “ Pekala yaz” diyerek devam etti.
– “ Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. Bu bir.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.
Üç: Örtünmek kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”
Bu anda kalem elimden düşüverdi. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu, gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşuşuydu. Paşa ile zaman zaman senli, benli konuşurdum.
– “ Neden durakladın?” diye sordu.
– “ Darılma ama Paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var” dedim.
– Güldü, ” Bunu zaman gösterir, sen yaz” dedi.
– “ Beş: Latin harfleri kabul edilecek.”
– “ Paşam yeter yeter…” dedim. Biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insanın davranışı ile,
– “ Cumhuriyetin ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter.” dedim. Defterimi kapadım.
– “ Paşam, sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz, hoşça kalın” dedim, yanından ayrıldım. Gerçekten gün ağarmıştı.
Fakat, burada ve bu anda olayların beni nasıl aldattığını ve Mustafa Kemal’i doğruladığını, daha doğrusu Mustafa Kemal’in beni nasıl bir cümle ile susturduğunu ve utandırdığını tarih önünde açıklamalıyım.
Çankaya’da akşam yemeklerinde birkaç defa:
– “ Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum’da örtünme kalkacak, şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecek, dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman, defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti.” demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders verdi:
Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu’dan dönüyordu. Ankara’ya döndüğü anda, otomobille eski Meclis binası önünden geçiyor ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin yanında oturan Diyanet işleri Başkanı’nın başında da bir şapka vardı. Kendisi ne ise ne? Fakat kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet işleri Başkanı’na da şapka giydirmişti.
Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobili durdurdu. Beni yanına çağırdı ve:
– “ Azizim, Mazhar Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?” dedi.

Mazhar Müfit KANSU

www.kafiye.net