NEDİR PAYLAŞAMADIĞIMIZ ?

 

         Bugün çok üzgünüm dostlarım. İnanın o kadar çok üzgünüm ki, söze nereden başlasam diye o kadar çok düşündüm ki! Hala daha düşünüyorum dersem inanın bu konuda çok samimiyim. Öyle hızlı bir yaşam sürdüm ki hayatımda. Bu sizin düşündüğünüz o nerde akşam orada sabah veya lüks bir yaşamın verdiği zevkü sefanın içerisinde geçen; bir eli yağda bir eli balda cinsinden değil hani. Gece yarılarına kadar para kazanmak, okumak için didinmek ve daha sonra öğretmen olunca da ailenin geçim sorunlarını yüklenmenin verdiği sıkıntılar nedeniyle çalışmalarıma daha da devam ettim. Ancak o kadar hızlı geçti ki bu yaşam, bu sıkıntılar yetmiyormuş gibi aile içindeki olumsuz sorunlar sonunda yuvanın yıkılıp dağılmasına neden oldu. Peki elde ne var şimdi? Elde ne kaldı şimdi ? Bir inat uğruna, bir doyumsuzluk uğruna, hep getir, getir, gelmeyince, yok olunca yuva yıkma mı olur? Eğer bir ailede elde var olanlara da şükredilmez ise nankörlük ister istemez doyumsuzluğa neden oluyor. Hani insanlar anlaşmayı iyi günde ve kötü günde diye yapmaz mı? Hala anlayamadığım tek şey var, neyi paylaşamıyoruz? Neyin peşinde koşuyoruz hala? Nedir bizi bir anda ayrı yeni yuva açmaya iten?
       

  Sevgili dostlarım. Bugün sizlerle bazı duygularımı paylaşmak, bazı şeyler söylemek istiyorum. Öğretmenlik yaptığım 25 yıl boyunca beni en çok üzen öğrencilerimin ailelerinin ayrılmaları idi. Ne zaman anne ve babasının kavgasını gören bir öğrencimi boynu bükük bir köşeye çekilmiş görsem inanın içim cız eder. Hala da aynı durumdayım. Çünkü bu acıyı da ne yazık ki kaderim olarak yaşamak zorunda kaldım. Kaldım ve iki kızım annelerini tercih ederek ben yalnız bir yaşamda hayatımı sürdürmeye başladım. Ancak burada benim ve ya kızlarım konu değil, asıl konu şu insanoğlu gerçekten neden bu kadar doyumsuz oluyor? Neden hep bana, hep bana diye haddinden fazlasını istiyor? Aklını bu kadar doyumsuz duygulara iten nedir? İnsanların yaşamda bir birleri ile paylaşamadıkları konu nedir? Şu kısacık ömrümüzde hala neyin hesabını yapıyoruz ki?            

Bu dünya; acısıyla, tatlısıyla, iyisiyle kötüsüyle gerçekten yaşanmaya değer. Ancak yaşamayı doğru yönde ve acı çektirmemek kaydıyla olursa. J.J. Rousseau’ya sormuşlar:” Kıyamete inanıyor musun?” diye. Bunun üzerine : “ Evet inanıyorum. Kaldı ki öbür dünyanın olmadığını düşünelim. Bu yaşamda, bu dünyada doğru yaşayıp iyilik yapıp ölmek güzel değil mi? Köyü yaşayıp hakkınızda ve aleyhinizde konuşulacağına, insanlar arasında iyi biri olarak anılmak daha güzel değil mi?” diye cevap vermiş. Ne kadar güzel değil mi bu dünyadan ayrılınca iyiler içerisinde anılmak, iyiliklerle yad edilmek! Peki bizler hala neyi paylaşamıyoruz? Bunu neden söyledim, bunun konumuzla ne alakası var diyebilirsiniz. Evlilik, aile kavramı kutsal bir kurumdur bana göre. Ancak son zamanlarda Avrupa Ortak Pazarı düşünceleri ile son zamanlarda aile içerisinde senin paran benim param, benim ekonomik özgürlüğüm olmayacak mı soruları bu çok değerli kurumu çatırdatmaktadır. Hem de öyle bir çatırdatmada ki sevgili dostlarım, yıllarca beraber olunan eşler arasındaki maddi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık son zamanlarda 25 hatta 30-40 yıllık yuvaları bile yıkıp geçiyor. Gerekçeleri ise özgür bir ülkedeyiz, benim ekonomik bağımsızlığım olmayacak mı, ben kazandım parayı istediğim gibi harcayamayacak mıyım? Ben insan değil miyim? Benim hiç arkadaşlarım yok mu, onlarla beraber bir yere gidip çay, kahve içemeyecek miyim? Son zamanlarda aile içi sürtüşmelerde en çok yer eden tartışma sanırım bu olsa gerek.

             Eşler arasında bu tür tartışmalar devam edenken göremedikleri, farkına varamadıkları büyük bir yanlışlığın da içine giriyor. Bilhassa çocuklu ailelerde meydana gelen bu tartışmalar çocuklar üzerinde çok büyük olumsuzluklara neden olmaktadır. Hele bu tartışmalar sırasında aile fertlerinden biri çocuklara duygusal yaklaşımla yaklaşıp bireylerden birini kötü gösteriyor ve kötü tanıtıyorsa işte o zaman sorunların daha da büyüdüğü görülüyor. Çocuklar tartışmalar nedeniyle sağlıklı düşünememekte ve kendilerine yakın gördükleri aile bireyine doğru kaymaktadır. Burada suçlu bir taraf olmaktadır. Bazen kişi haklı bile olsa yanlış bilgilendirme, duygu sömürüsü ile bu iş olumsuz bir davranışa dönerek yanlı suçlamalara ortak olunur. Aslında olan çocuklara oluyor, biz bunun farkında bile değiliz. Peki bizim olan bu çocuklarımızı psikolojik bunalıma sokma hakkımız var mı? Kendimizi, kendi çıkarlarımızı düşünürken onların sorunlar yumağı içerisinde kalmasına ve ya o sorunlar yumağı içerisine sokma hakkımız var mı? Biz ne biçim bir anne babayız? Onlar bu dünyaya kendi istekleri ile değil, biz istediğimiz için geldi. Peki onlara karşı, o çocuklarımıza karşı hiç mi sorumluluğumuz yok? Onların gelecekleri biz aile bireylerini hiç mi ilgilendirmiyor? Ama tartışmaya başlayınca sensin, benim oluyor. Hatta çocuklar gündeme gelince “ Bana ne, onlar da başlarının çaresine baksınlar.” Diyen aile bireyleri de ne yazık ki çoğunlukta. Bu durumlar beni çok üzmekte. Sonra toplumumuzda sorunlu gençlik yetişiyor diyoruz. Bunun sebebi biz sorunlu aileler, bilinçsizce kavga eden eşler değil midir?

             Aile içerisinde mutlaka anlaşmazlıklar kırgınlıklar olabilir. Ama aileler arasında dikkat edilmesi çok önemli durumlar vardır. Bir aile içerisinde eşlerin dikkat etmesi gereken önemli konular vardır. Bana göre:

             1- Eşler ne olursa olsun çocuklarının yanında tartışmamalı ve onların önünde birbirlerine; kişiliklerine, aile yapısına hakaret etmemeli. Hele kendi çocuklarına ve ya eşlerin bir birlerine ahlak dışı ve ya argo kabul ettiğimiz sözcükleri de kullanmamalı. Ama ne yazık ki aile bireyleri bu kurala uymadığı gibi daha da kötü sözler kullanabiliyor. Peki ellerine ne geçiyor? Ne kazanıyorlar acaba!

             2-  Eşler ne olursa olsun arkadaşları, akrabaları yanında da özel sorunlarını tartışmamalı, ailevi sorunlarını başkalarına sezdirmemeli. Zaten aile içerisinde ara sıra tartışmalar olur. Bu tartışmaları her kesin gözü önünde yapmaya ve ya başkalarında duyurmaya gerek var mı ki?

              3-  Eşler arasında ilk önce güven çok önemlidir. Eşler bir birlerine karşı güven duymalı ve güvenmelidir. Güvenmek zorundadır. Ailenin kurulması durumunda bu konuda da mutlaka konuşulmalıdır. Kesinlikle dedikodularla kavga yapılmamalı. Bu tür sözler karşısında eşler açık ve net bir şekilde durumlarını anlatmalıdır. Doğruları söylemek zordur ama yinede aile bireyleri ailenin kutsallığı nedeniyle mutlaka olaylar hakkında bilgi vermeli ve doğruyu söylemekten kaçınmamalı. Çıkan dedikodulara ve çevreden gelen dolduruşlarla yuva yıkılmamalı.

              4-  Eşler bir birlerine ihanet etmemeli, yasak ilişkiye girmemeli. Eğer böyle bir davranış içerisinde bulunulmuşsa bu konu hemen söylenmeli ve onun kararı da ortak verilmelidir. Yalana, kıvırmaya, dolambaçlı yollardan gitmeye gerek yok. “ Karda yürü, izini belli etme” sözü kesinlikle doğru değildir.

               5-  İyi günde kötü günde diye karar alınan yuva kurulumunda; varlıkta ve yoklukta da dayanışmayı gerektiriyor. Aksi halde senin paran benim param, senin malın benim malım ve ya senin maaşın benim maaşım olayı aile bireyleri içerisinde tartışma konusu olarak ortaya çıkmamalı. Çıkarsa o zaman olumsuzluklar da ortaya çıkar. Bunun tartışmasını yapmak demek aile yapısının kurallarına aykırıdır.

               6-  Ailede doğan çocukların yetiştirilmesinde eşlerin üzerine büyük yük getirecektir. Bu nedenle eşler hiçbir zaman çocuklarla sen ilgilen, ben ilgilenmem, benim vaktim yok, senin vaktin daha fazla dememelidir. Çünkü bu çocukların doğumuna karar vermek demek onarlın tüm sorunlarını çözmeye karar vermek demektir. Çocuklar doğduktan sonra öyle sıyrılmak, kaçmak, kaçamak yapmak ve ya çocukların yetiştirilmesi, eğitimi ailede bir kişinin üzerine asla yüklenemez. Kaçma söz konusu olursa o zaman bu sahtekarlıktır, adaletsizliktir, korkaklıktır, hele bu çocukların vatan için yetişmesi söz konusu olduğu için ben buna vatan hainliği diyeceğim. Bu konuda belki ağır bir ifade kullanmış olacağım ama, ne yazık ki bu bana göre böyle. O çocukların yanlış yetişmeleri bizden sorulacağı için çok önemlidir.

              7-   Ailede anne ve babaların yuvanın yıkımına da neden olduğu görülmektedir. Bir de erkeğin ve ya kadının yalnız yaşayan büyük bireylerinden birinin yıllarca aynı ev içerisinde bulunması bir yuvanın yıkılmasında inanın çabuklaştıran etmenlerinden biridir. Bu nedenle eşler aile büyüklerinden kaçsın demiyorum. Ama onlar için bir ev tutup onların ihtiyaçlarını bu şekilde karşılamalıdır. Kaynanalar alınmasınlar ama, ülkemiz de en çok boşanma sebeplerinden biri de kaynanalar sebep olmaktadır. Lütfen çocuklarınızın, torunlarınızın, yuvanın sağlıklı bir şekilde ilerlemesini, yürümesini istiyorsanız onların yaşamına asla karışmayın. Dedikodu üretmeyin. Evinde kaldığınız çocuklarınızı komşularınıza asla anlatmayınız. Onlar hakkında aslı astarı olmayan yanlış bilgiler vermek için de uğraşmayınız. Sonunda bu ayrılmanın acısını çocuklar çekiyor, bunu asla unutmayınız.    

             Evet sevgili dostlarım. Aslında daha çok söylenecek sözler var. Ancak bir ailede eşler bir birleri ile anlaşamayıp ayrılıyorlarsa da bun da diyecek bir sözüm yok. Karar onların kararı. Bana göre tatsızlıklar olabilir, borçlar yok olabilir, mutluluklar yeniden geri gelebilir. Ancak iftiralar ile, yalanlarla bir yuva yıkmak hem çocukları, hem çocukların geleceğini tehlikeye atmaktadır.

              Aileler arasında boşanmanın bana göre en temel nedenleri:

              1-  Vatan hainliği, devleti satma.
              2-  Dine ve inanca karşı saygısızlık, hakaret
              3-  Yüz kızartıcı suçlar.
              4- Eşlerden birinin sadakatten ayrılarak evlilik dışı ilişkiye girmesi. Bu durum son zamanlarda aileler arasında anlaşma ile yuvanın devamı konusunda karar alınıp devamını sağladığı görülüyor. Ancak ne kadar sağlıklı devam ettiği konusu ise tartışılır durumdadır.
              5-  Aile bireyleri arasında güvenin ortadan kalkması.

               Ülkemizde eşler arasında boşanmanın en çok görüldüğü il ne yazık ki İzmir sevgili dostlarım. Ekonomik bağımsızlık nedeniyle aileler soluğu mahkeme kapısında alıyor nedense. Sanki evlenmek doğal, boşanmak da o kadar doğalmış gibi. Evet boşanmak da doğal bir olay ama. Bana göre boşanmak o kadar doğal bir durum olamaz. Evlenirken çocuk yoktur. Ama boşanırken genelde fidan gibi çocuklar vardır. Vatanın geleceği çocuklar vardır. Bu nedenle boşanmak bu durum da o kadar da doğal olamaz. Çok düşünülmesi gereken bir konudur. Ne zaman bir boşanma sözü duysam, ilk önce ailenin çocukları gelir aklıma. Öyle yetenekli çocuklar var ki;  Anne ve babaların aralarındaki sürtüşmeleri nedeniyle körelmeye doğru gidiyor. Çocuklar kendi içlerine kapanıyorlar. Böylece psikolojik sorunları olan çocuklar toplum içerisine bırakılıyor. Lütfen dikkat edelim. Sevgili anne ve babalar, lütfen bir daha düşünelim. O çocukların sorumlulukları altında kalır ve kesinlikle altından kalkamayız. Lütfen aile kavramında, aile yaşamında çok dikkatli olalım ve yuvanın yıkılması için değil, yıkılmaması için çalışalım.  “Erkek adam hovardalık yapmalı, yapabilmeli. Başka erkekliğimiz nasıl ıspat ederiz. Ben bir erkeğim. Güzeli görünce dayanamıyorum” dememeli erkekler. O zaman akla şu gelebilir: “ Erkekler yapar da ben niye yapmayayım. Onlar yapınca hovardalık oluyor da ben yapınca neden başka gözle bakılıyor.” Deme hakkına sahip olabilirler. Belki biraz ileri gideceğim ama erkek ayda bir veya yılda bir yapıyorsa ki, ailede eşitlik kavramı söz konusu olduğuna göre kadın da aynısını yapabilmeli o zaman. Gerçi ben her ikisini de kabul etmiyor ve onaylamıyorum. Ama böyle bir sorunda bu durum sanırım tartışma götürür. 

              Ayrıca yine en çok erkeklerin yaptığı bir yanlış vardır. “ Ben erkek adamım. İstediğim gibi içer ve naramı atarım. İçkime kimse karışamaz. Ben kazanıyorum, ben içiyorum.” Deme hakkına asla sahip olamaz. Hele bu içki zor koşullar altında geliyor, çocukların rızkı kesilerek içiliyorsa bu tüm aile bireylerine ihanettir. Haksızlıktır, adaletsizliktir, kesinlikle savunulacak bir konumu ve durumu da yoktur.

              Gelin dostlar aile yapımıza dikkat edelim. Çocuklarımızın birer virane olmasını istemiyorsak, onları psikolojik sorunlarla baş başa bırakmak istemiyorsak kendimize, yaşantımıza dikkat edelim. Körpecik fidanları köreltmeyelim. Sudan bahanelerle bir yuvanın yıkımını yapmayalım. Biz olgun insanlara da bu yakışır. Zaten ölüm gelince yıkılıyoruz. Bir de yuva yıkımları ile karşı karşıya gelip o güzelim yuvaları; ekonomik özgürlük, ekonomik bağımsızlık saçmalıkları ile sarsmayalım lütfen. Çocuklarımızı düşünelim adımlarımızı atarken. Onlara karşı olan sorumluluklarımızı asla aklımızdan çıkarmayalım her adım atışımızda. 

              Sizlere nice aile içi beraberlikler ve mutluluklar dilerken her şeyin gönlünüze göre olmasını dilerim. Sağlıcakla kalınız.
                                          

İzmir 9.05.2004
Hüseyin  DURMUŞ 
www.kafiye.net