DİLİM

TEKNOLOJİK DEMOKRASİ!

Hidayet KARAKUŞ

Başbakanın son günlerdeki nükleer yaklaşımı, onun, yandaşlarının bilime nasıl baktıklarını gösterdi. Başbakanın nükleer santrali tüp gaza ya da otomobilin tehlikesine indirgeyen sözleri, bilime inanmayan insanların yüzeysel bakışını yansıtıyordu çünkü.
Tüp gaz patlasa bir evdeki birkaç insan ölür, otomobil kaza yaparsa otomobildekiler. Peki her köşesi deprem kuşağı içinde olan Türkiye’de nükleer santralde patlama değil herhangi bir gaz sızıntısı olsa Türkiye bu belayı kaç yıl kaç insanıyla öder; kaç kuşak bunun acısını çeker hesaplıyorlar mı? Nükleer santrallerin açtığı yaralar, Çernobil’den beri iyileştirilemedi aradan yirmi beş geçmesine karşın.
Bilim adamlarının açıklamalarına göre Büyük Okyanus’taki kirlenme şu anda normalin beş bin katına çıktığına göre olayın küçümsenecek yanı yok. Sanayinin yarattığı asit yağmurlarından sonra şimdi radyasyon bulutlarıyla; suya, toprağa sızan ölümcül radyasyonlarla boğuşacak insanoğlu. Bu da toplu ölümlere neden olacak.
Peki başbakan neden bilimsel bulgulara kulaklarını tıkıyor?
Bugünkü çıkarı nedir; bilemem. Ülkemize eski nükleer santrallerini satanlarla nasıl bir pazarlık yaptı bilinmiyor.
Ancak neden böyle düşündüğü, biraz da geçmişte aldığı eğitimden kaynaklanıyor.
Bir zamanlar ‘gâvur icadı’ diye baktıkları araçları, televizyonları, bilgisayarları tepe tepe kullanıyorlar. Bilimi yalnızca teknoloji sandıkları için zamanın akışı içinde ‘gâvur icadı’ teranesinden kurtuldular. Ancak bakışları özde hiç değişmedi.
Yıllar önce bir İmam Hatip Lisesi’nde çalışıyordum. O zaman Türkçe kitaplarında batılı bir doktorun yazdığı “Sinek” diye bir parça vardı.
Doktora göre, kara sinek pis yerleri severdi. Sokakta balgama konar, at pisliğine konar; oradan kalkar elimize yüzümüze, ekmeğe, yemeğe konardı. Doktorun mikroskopla yaptığı incelemede karasineğin ayaklarında, kanatlarında milyonlarca mikrop taşıdığı görülmüştü.
Bu durumda çevremizi, mutfağımızı temiz tutmak, sineğe yaşayacağı bir ortam bırakmamak gerekiyordu.
Ortaokul birinci sınıf öğrencileriyle parçayı işledikten sonra, konuyu yaşama bağlamak gerekiyordu. Aklıma annemin, çocukluğumuzda bize köyde söylediği bir söz geldi:
“Sineğin bir kanadında dert, bir kanadında şifa vardır. Sinek yemeğe düştüyse hangi kanadında şifa olduğunu bilemeyeceğimizden iki kanadını da batırıp çıkarın.”
Çocuklara bunu söyledim.
“Ne diyorsunuz? Gerçekten sineğin bir kanadında dert, bir kanadında şifa var mıdır?”
Çocuklar, parmak kaldırdılar:
“Vardır öğretmenim. Bu konuda hadis vardır.”
“İyi ama siz gözünüzle görüyorsunuz. Sokakta pisliğe konuyor, sonra yemeğe konuyor. Yazar da sineğin ayaklarında milyonlarca mikrop taşıdığını mikroskopla inceleyerek görmüş. Sinek şifa verebilir mi?”
Çocukların büyük bir bölümü duraksadı. Ancak Kuran kursundan gelenler direndiler:
“Hadis vardır öğretmenim.”
O sırada zil çaldı, çıktım.
Karşıma ilk gelen Din Kültürü öğretmenlerinden birine konuyu açtım:
“Hadis vardır; doğrudur” dedi.
“O hadisi görmek istiyorum; hangi kitaptaysa görelim.”
Kocaman, kara kaplı bir kitap getirdiler. Hadisi buldular. Biz öğretmen odasında konuyu tartışmaya başladık. Din Kültürü öğretmeni arkadaş;
“Hadis doğrudur” diyordu.
Bizi sessizce dinleyen genç bir edebiyat öğretmeni söz aldı:
“Peygamberimizin bir sözü daha vardır: Akla mantığa uymayan sözler benim değildir, der. Bu söz uymuyor” dedi.
Genç edebiyat öğretmeninin de İmam Hatip çıkışlı olduğunu o an öğrendim.
Bu kez tartışan onlardı.
Geçen yıllarda Yaşar Nuri Öztürk’ün televizyonda “Hadislerin yüzde sekseni yalandır, uydurmadır” dediğini işittiğimde bu olayı anımsadım.
Kör inanç, bilimi reddeden, sorgulamayan takıntıdır. Bu yüzden Sayın Coşkun Özdemir’in 5 Nisan 2011 günlü Cumhuriyet’teki “İnançlar Vesayeti” adlı yazısında “Hocam bu anlattıklarınız dinimize aykırıdır; duygu ve heyecanların merkezi beyin değil kalptir,” diyerek dersi kesen Tıp Fakültesi öğrencileri de bu takıntıyla bilimsel gerçeğe karşı çıkmışlardır. Onlar da büyük olasılıkla aynı kaynaktan gelmedir.
Bilim felsefesinin özgür düşünceye dayandığını, bilim adamının sorgulayan insan olabilmek için özgür olması gerektiğini düşünmeyen, dahası bu ilkeyi çıkarlarına aykırı bulanlar, kör inançlarında direnir; topluma da bunu benimsetmeye çalışırlar.
Başbakan bu inanç sistemi içinden geliyor.
Demokrasiyi de bilgisayar gibi, televizyon gibi, tüp gaz gibi teknolojik bir olgu diye algıladığından nükleer santrallerin tehlikesini küçümsüyor.
Zaten demokrasiyi de amaca varıncaya değin kullanılacak; inilip binilecek bir araca benzetmemiş miydi?
Teknolojik demokrasinin kahramanlarının, özgür düşünceyle teknolojiyi yaratan beyinlerin ürünlerini kullanarak özgürlükleri ortadan kaldırmaya çalışmaları da bundandır.
Bir gün o özgürlüklerin anlamına onlar da varırlar mı, bilemem. Ancak her olgu kendi karşıtını içinde taşır. “Teknolojik demokrasi” hızlı tren gibi içindekileri bir gün silkeleyip atacaktır. Ne ki toplum ‘nükleer sineklerle’ toptan hasta olup yok olmazsa!

Hidayet KARAKUŞ
www.kafiye.net