Sakın Ha Vurmayın Abalıya

“Vur abalıya” deyimi halk arasında sıkça kullanılır. Yüzyılların süzgecinden geçerek şekillenen bu sözle atalarımız “Vur!” derken aslında “Sakın ha vurma!” imasında bulunmaktadır.

Aba, günümüzde artık pek kullanılmayan bir giysi çeşidi… Çetin kış koşullarını karşılamak amacıyla icat edilmişe benzer. Kalındır, kabadır… Ne kadar dışa giyilen bir giysi olsa da içedönük ve kendinden vazgeçmiş bir hâli vardır. Koyu renginden olsa gerek mahzunca bakar dünyaya. 
Dünyadan ellerini eteklerini çeken dervişler birçok renkli giysiyi bir kenara atarak sırtlarına giymek için abayı tercih ederlerdi yüzyıllar önce… Dövene elsiz, sövene dilsiz olma düsturuna sahip mizaçlarıyla, maddi manevi her türlü saldırıya açık olurdu derviş tayfası. Hiçbir kötülüğe karşılık 
vermedikleri için abalıya vurmak pek de riskli bir durum olmazdı. Dünya malına tenezzül edenler, bu yüzden de ömrünü bu uğurda harcayanlar ise aba giyecek değillerdi ya üstlerine? Kürk giyerlerdi, kaftan giyerlerdi aba yerine… Onlara kötü bir söz söylemek, elini kaldırmak ne mümkün! Bir vurana on vurmak, bir söyleyene on söylemek üzere koşullananlara vurmaktansa abalıya vurmak daha kolay gelirdi elbette birçok kimseye…

Günümüzde ne aba kaldı ne de abası sırtında derviş… Fakat “vur abalıya” deyimi yıllara meydan okurcasına ayakta… Çuldan urba giyen dervişler devirlerini tamamlamış olsalar da alçaktan uçan tavırlarıyla “abalı” vasfını üzerlerinde barındıran Âdem evlatları dünya üzerinde hâlâ dolanmakta. İnsan nesli var olduğu müddetçe hem kurda benzeyen -mecazen de olsa- elleri ve dilleri kanlılar hem de kuzu tabiatlı kişiler yaşayacaklar yan yana…

Kurt ile kuzu, örsle çekiç misali her zaman birbirlerini çağrıştıran imgeler oldular. Aslında kurdun kuzudan, çekicin örsten pek de farkı yok. Kurt kuzuyu yemekle mutlu olamaz. Onun için bu, sadece bir ihtiyaç hâlidir. Çekiç örse vurduğunda darbesinden en az örs kadar etkilenir. Çekici tutan elin tek maksadı demiri adam etmektir. Oysa çevresindeki insanlara zarar verenler, verdikleri zarardan kâr edenler –daha doğrusu kâr ettiklerini zannedenler- böylesine masum değiller. Zarara uğratılanlar ise kuzu ve örs kadar çaresiz sayılmazlar. Buna rağmen birileri başka birilerine vurmaktan asla vazgeçmezler.

Sait Faik Abasıyanık’ın en çok beğendiğim öykülerinden birinde Dülger Balığı isimli bir balığın serencamı anlatılır. Yazarın asıl gayesi Rum balıkçıların Hristos Balığı da dedikleri bir deniz mahlûkunu anlatmak değildir. Öncelikle gördüğü haksızlıktan etkilenir yazar, sonra görünüşü korku veren fakat aslında oldukça uysal bir balıkla toplumsal hayatımızda sıkça rastladığımız bir insan tipinin ne kadar birbirlerine benzediklerini fark ettirmeye çalışır. İşin doğrusu, ona ve aklı eren, kalbi kirlenmemiş olan herkese göre şudur: Bizler başkalarını üzmeden, ezmeden yaşayabildiğimiz oranda insan olabiliriz. Aksi takdirde leş yiyen hayvanlardan farksız, buz gibi taşlardan şanssız sayılırız şu varlığıyla yokluğu belirsiz âlemde… Öykünün sonunda yazarın kalemini öpüp “iyi ki yazıyorum” hissine kapılması da bu sırra ermişliğin nimetlerindendir şüphesiz…

Dünya dalgalanıp dalgalanıp duruldu; milyonlarca insanın kanı akıtıldı haklı haksız, güçlü güçsüz ayrımı uğruna. Sayısız yazı ve şiir kaleme alındı bu bıçak sırtı kavramlara dair… Güçlüler haksız da olsalar toz kondurmadılar üzerlerine, güçsüzler haklı da olsalar çoğu kez itiraz bile edemediler hâllerine. İşte bu ahval içre çağlar kapandı kanlı insanlık tarihinde. Büyük ihtimal yeni çağlar açılıp kapanacak fazlaca değişiklik olmadan. Birbirimize vura vura yaşadık ve öldük. Birbirimize vura vura yaşayacak ve öleceğiz. Çevremizdeki olaylara baktıkça aksini düşünmek ne yazık ki bir hayli zor…

Sokakta oyun oynayan çocuklardan tutun, yaşını başını almış yetişkin bireylere kadar hemen herkes bir hengâmenin içinde. Arkadaşının elinden oyuncağını almaya çalışanları mı ararsın, oyuncağımı kaptırmayacağım diye uğraş verenleri mi? Hır gür edenleri mi ararsın küçücük bir menfaat uğruna, karşısındakinin hakkına göz dikenleri mi? Ne ararsan bulunur kısacası insanlar içinde -çoğu kez- derde devadan gayrı. Çoğu kez, diyorum çünkü derde derman, yaraya merhem, cana şifa olmaya çalışanlar da yok değil. Bu hengâmenin içinde suya sabuna dokunmadan yaşamak bir tercih! Hem de saygı duyulabilecek bir tercih. Yine de en doğrusu; iyiden, güzelden ve doğrudan yana olmak daima. Kötüden, zalimden ve güçlüden yana değil. Hani insafsız avcılara yardım etmekten zevk alanlar köpeklermiş ya sadece!

Romantik edebiyatta iyiler ve kötüler vardı. İyiler her zaman iyiydiler, kötüler her zaman kötü… Dost düşman belirsiz değildi bu, gerçeğe oldukça uzak eserlerde. Okuyucu eseri okumaya başlar başlamaz iyi kahramanı belirler ona bağlanırdı. Kötü kahramanı fark edip ondan nefret ederdi. Kendisi de iyi olmaya azmederdi doğal olarak, nefret edilen bir kişi olmamak içgüdüsüyle. Sonra anlaşıldı ki hiç kimse daima iyi, daima kötü olamıyor. İçi kan ağlayan zalimlere, fitneci mazlumlara rastlamak oldukça mümkün. Puslu ve göz gözü görmeyen bir mekânda yaşıyoruz. Kim iyi, kim kötü; kim dost, kim düşman ayırt etmek müthiş bir basiret istiyor. Bu yüzden ben birilerine elimle ya da dilimle vurmaktan çok korkarım. Hâkim olmak, adil olmak iddiasında bulunamam kolayca.

“Aradılar, bir tenhada buldular/ Yaslandılar şıvgalarım kırdılar/ Yaz bahar ayında bir od verdiler/ Yandım gittim ala karlı dağ iken” diyor bir koşmasında Karacaoğlan. Şikâyeti kimlerden? Bilinmez. Fakat karşısındakilerin kendisi gibi ozan yürekli kişiler olmadıkları besbelli. Yoksa sevmekten ve sevgiye dair şiirler yazmaktan başka mesleği olmayan, hassas gönüllü bir adama vururlar mıydı hiç? İçlerindeki merhametten azade ses onlara, eli silahlı bir zorbaya vurmaktansa “Vur abalıya!” demiş galiba.

Biz insanlar tuhaf mahlûklarız vesselam. Bir iyi, bir kötüyüz. Bir iyi bir kötü… Ölümlüyüz, aciziz, kirlenmeye ve çirkinleşmeye pek yakınız. Önlerine sadece iyilik tercihi konulmuş melekler içten içe bizi kıskanıyorlar yine de. Sevebilen bir kalbe, kendi cüzzi irademizle doğruyu bulabilme kabiliyetine sahip olduğumuzdandır belki de. Yeter ki kıymayalım birbirimize… Sakın ha vurmayalım abalıya

Hatice Eğilmez Kaya
www.kafiye.net