0390 – MELEKLER

Onur BİLGE

Erkek arkadaşlarımdan biri Müslüman olduğunu söylüyor, Allah’a ve Resulüne inanıyor, meleklere inanmıyordu. Oysa meleklere iman, Peygamberlere imandan önce geliyordu. Meleklere inanmayan için Efendimize inanmak söz konusu olamazdı. Peygamber olmak için emaneti teslim alması gerekiyordu ki bu doğrudan değil, melek aracılığıyla olmuştu.

Kur’an’a inanması da mümkün değildi. Melek yoksa o da yok demekti. O yoksa içindekiler de yok demekti ki o zaman ortada din diye bir şey kalmazdı.

Amentü’deki sıralama, rasgele değildi. Önem sırasına göreydi. Önce Allah’ın varlığına ve birliğine, hemen sonra da meleklere iman geliyordu. Tevhitten sonra en önemli şarttı. Sonra kitaplara inanma geliyordu. Daha sonra da Peygambere…

Ozan, göremediği için melekleri reddediyordu. Omuzlarına fiske vurup, toz silker gibi:

“Hey! Gidin ordan! Her şeyi yazıyorsunuz, ihbar ediyorsunuz. Sizi gidi sizi!” diyordu. Sinek kovalar gibi kovalıyor, dalga geçiyor:

“Bak, gittiler!” diyordu. “Kızım, melek diye bir şey yok. Omuz başlarında falan da değiller. Her şeyi gördükleri de yok. Sadece senin muhakeme yeteneğin var. İraden var. Kötü şeyler yapacağına iyi şeyler yapmayı seçmen için ille de ille sağında birinin fısıldaması mı lazım? O iyi şeyler fısıldıyor da soldaki kötü şeyler mi fısıldıyor yani! Hani o da melekti? Melekler kötü şeyler yapmaz, yapamaz, tavsiye edemez, akıllarından bile geçiremezlerdi… Yoksa o şeytan mı? Çünkü kötülüğe teşvik eden şeytandır. Gerçi ben onun varlığına da inanmıyorum ya… Zavallı günah keçisi!..

Melek de şeytan da insanın içinde… Melek de o, şeytan da, cin de… Yok melek varmış da yok şeytan varmış da… Kâtipler oturmuş yazı yazıyorlarmış da… Ellerinde not defterleri, kalemleri… O zamanda kalem de yok, kâğıt da… Divitleri, hokkaları, deri tabakaları… Haydi onları göremiyoruz, deri tomarları da mı nurdan, divitleri hokkaları da mı?

Saçmalamayın ya! Bu devirde nelere takılıp kalmış, nelerle vakit kaybediyorsunuz! Neymiş, gece gündüz bizi gözetlerlermiş.

Hani onlar banyoya, tuvalete girmez, dışarıda kalırlardı. O zaman oralarda işlenen suçlar ya da kazanılan sevaplar ne olacak? Ben dedemi yıkıyorsam mesela… Gelemiyorlar, göremiyorlar diye emeğim boşa mı gidecek yani! Giriyorlarsa da fena! Çok fena! Mahremiyet diye bir şey var yani…”

Onu ikna edebilmem için etraflıca bilgi sahibi olmam gerekiyordu. Meleklerin varlığı apaçıktı. Aksini düşünmediğim için o konuda araştırma yapma lüzumu hissetmemiştim. Fakat artık çok lazımdı. Kendisini mümin sanan bir arkadaşım vardı ve imanı tehlikedeydi.

Kitaplarımı karıştırdım. Rastladığım bilgileri ünlü kâğıtlarıma yazdım. Sonra mantıki bir sıraya dizdim. Ortaya, melekler hakkında etraflıca bir bilgi çıktı. Yarın, buradan itibaren kendisine okuyacağım. Belki bu bilgiler ışığında bakış açısı değişir.

Melekler… Onlara gök halkı da denir. İlahi ışıktan yaratıldıkları bildirilen, aralarında cinsiyet farkı olmayan, yemeyen içmeyen, uyumayan, yok olmayan latif ve güçlü varlıklardır. İbadet ve emirleri harfiyen yerine getirmek için yaratılmış, iradesiz yaratıklardır. Allah’ın sadık görevlileri… İşleri ibadet ve emirlere riayettir. Asla itiraz ve isyan etmezler. Daima iyi şeyler yapar, iyi, güzel ve doğru şeyler fısıldarlar. Kötülük yapma yetenekleri yoktur. Masum, itaatkâr ve kutsaldırlar.

Allah’ı aralıksız hamd ile takdis ederler. Yerde, gökte, her yerde bulunurlar. Diledikleri şekle girebilirler. Mesafeleri akıl almaz bir hızla kat edebilirler.

Biz nefessiz, yemeden içmeden, uyumadan yaşayamayız, onlarsa ibadetsiz… İbadete ara vermeye kalktıkları zaman adeta can çekişmeye başlarlar. Ne kadar ve nasıl olduklarını bilmiyoruz. Sayılamayacak kadar çokturlar.

Aralarında hiyerarşi vardır. En büyük melekler CAMİ kodlamasıyla anılan Cebrail, Azrail, Mikail ve İsrafil olup, bizim için en önemlisi Peygamberleri irşat eden, onları eğiten öğreten, Allah’ın emir ve mesajlarını ileten Cebrail’dir. Vahyi getiren, tebliğe memur, Vahiy Meleği… Cebrail, Resulullah Efendimize yalnızken geldiği gibi, halkla beraberken de gelmiş, irşat görevini yerine getirmiştir.

Çoğu zaman, en güzel sahabelerden Dıhye kılığında gelirmiş. Bembeyaz giysiler içinde, mis kokular saçarak… Sesi çok güzel, anlatımı gayet açık, hitabeti kuvvetliymiş. Resulullah Efendimizin yanına, şeref mevkii olan sağ tarafına oturur, ona bir takım sorular yönelterek konular açar, önemli hususların işlenmesini sağlarmış. Orada bulunanlar onun gerçekten Dıhye mi yoksa Cebrail Aleyhisselam mı olduğunu, oradan ayrıldığında, Efendimizden öğrenirlermiş.

Meleklerin eşrafına, İlliyyûn veya İlahi dergâha yakın olanlar anlamına gelen Mukarrebûn ya da Kerrubiyin Melekleri denmektedir. Bunlar mütemadiyen Allah’ı zikir, O’nu noksan sıfatlardan tenzih ve bütün kemâl vasıflarıyla takdîsle meşgul olup, aşkından mest olmuş durumdadırlar.

Müdebbirât Melekleri, Kâinatın idaresi, tanzimi, düzeni, nizam ve intizamı ile ilgilenirler; İlâhî kanunları uygularlar. Hamale-i Arş isimli arşı taşıyan melekler de bunlardandır.

Bilinen dört büyük melek dışında, Cebrail’den sonra, sağımızda ve solumuzda yer alan, daima bizimle beraber olup, günah ve sevaplarımızı kaydeden kendilerine Hafaza Melekleri de denen Kirâmen Kâtibîn, yani yazıcı melekler; öldükten sonra gereken sualleri yönelten Münker Nekir adlı sorgu melekleri gibi özellikle insan için görevlendirilmiş melekler vardır. Bunların yanı sıra, ilim sohbetlerini ve zikir halkalarını takip eden, oralardan arşa yükselen nuru görerek yeryüzüne inen, avize kristalleri gibi halka halka dizilip, hazır bulunanlarla beraber zikreden, sohbet dinleyen, sayıları sadece Allah tarafından bilinen Müheyminil isimli melekler de vardır.

Bir de Siduke isimli rüya meleği vardır. İman sahipleri İcabet Saatinde uyandırılmak için dua edip yattıklarında onun sesini işiterek uyanabilirler. O ses, bayan veya erkek sesi olabilir.

Kur’an’da da sözü geçen melekler, zaman içinde çeşitli şekillerde göründüler. Peygamberler ve erenler onları gördüklerini bildirdiler. Bunlardan bazıları, kanatları gökyüzünü kaplamış, türlü mücevherlerle süslenmiş halde, göz kamaştırıcı bir parlaklık ve ürkütücü bir heybette, bazıları da insan suretinde göründüğünü söylediler. Görenler sadece Müslümanlar değildi. Diğer semavi dinlere mensup olanlar da benzer şekilde gördüklerini nakletmişlerdi.

Gökyüzünden ordular halinde inip, savaşlara iştirak edenler de oldu. Onları, savaşmakta olan herkes gördü. Bedir, Uhud ve Huneyn’de yardımcı kuvvet olarak ordular halinde indirilen meleklerin mü’minlerle birlikte savaştıkları Kur’an’da belirtilmiş, sayıları dahi bildirlmiştir.

Melekler, Allah’ın koyduğu kuralları Peygamberlere iletip öğretirler. Onlar da ümmetlerine nakledip belletmeye çalışırlar. Bu kurallar, hayatı kazasız belasız yaşayabilmek, dünyada ve ukbada zarara uğrayanlardan olmamak için konmuştur. Trafik kurallarına benzerler. O ışık varlıklar, hayat yolunda seyir halinde olan insanları yolun sonuna kadar kavşaklardaki trafik ışıkları gibi uyarmaya devam ederler. Yol bitince görevlerini kabirdekilere devrederler. Onlar da amellerine göre cennettekilere veya cehennemdekiler…

Cennet meleklerinin başında Rıdvan ve cehennemdekilerin başında Malik, ayrıca bekçilik ve gözetimle görevlendirilmiş zebaniler vardır.

Mümin, yaşarken çok önemli bir karar verecek, hangileriyle beraber olmak istiyorsa ona göre hareket edecek. Amentü bir bütündür. “Şuna inanıyorum buna inanmıyorum…” olmaz! Ya tamamına iman edilir ya da imandan söz edilemez!

***

Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 0390
www.kafiye.net