– “Hadi gel, çay içiyoruz”, dedi annesi.
– “Canım istemiyor, siz için.”
Gözleri dalmıştı yine uzaklara. Son birkaç gündür hep böyleydi zaten. Dalgın, asık suratlı ve düşünceli.
Peki neydi onu böylesine üzen? Kendisi de bilmiyordu tam olarak. Üzüldüğü çok şey vardı ama acaba en büyük payı hangisine ayırmıştı? Evet, bu sorudan ne zamandan beri kaçıyordu ama artık cevabı bulmalıydı. Huzursuz huzursuz kıpırdadı yerinden. Hiçbir zaman beğenmediği kemirilmiş tırnaklarına baktı uzunca. Sonra derin bir nefes aldı ve başladı düşünmeye.
Aklına ilk Hande geldi. En sevdiği arkadaşı, biricik dostu yanında değildi. İlk başlarda gidişine çok üzülmüştü ama alışmıştı işte. Hande ile dostlukları aynı şekilde devam etmiş hem de başka birçok arkadaşlıklar kurmuştu. Evet Hande’yi çok özlüyordu ama sorun o değildi. Hande deyince gülümsemişti ister istemez. Yüzünde hafif bir gülümseme, devam etti düşünmeye.
Gürkan’ı hatırladı bu sefer de. (Bu arada gülümsemesi iyice yayılmıştı.) Onu ne arkadaş, ne de sevgili olarak düşünebiliyordu. Ona karşı hissettiklerinden bile emin değildi. Yalnız onu gördüğünde, onunla konuştuğunda içinde bir kıpırtı oluyordu. Bunun adı neydi bilmiyordu ama fazla da üzerinde durmuyordu. Zamanı o kadar hareketli ve çabuk geçiyordu ki, çevresindeki olaylarla oyalanırken hissettiklerini sorgulamıyordu bile. Sonunda kafasında geriye attığı olaya geldi sıra.
Neredeyse gözüne girmekte olan kâküllerini elleriyle geriye itti ve sinirli sinirli tırnaklarını kemirmeye başladı. Tırnaklarını ya sinirlendiğinde ya da çok heyecanlandığında yerdi. Şu an hem biraz sinirli hem de kararsızdı. Ağlamak istedi canı ama vazgeçti. Hem artık şu işi hâlletmeliydi.
Sene sonunda hayatının dönüm noktası olacak bir sınava girecekti. Aylar öncesinden okul dersleri, dershane nöbetleri, geç saatlere kadar çalışmalar; kurslar büyük bir hızla başlamıştı. O da kendini bu akışa bırakmış, kimi zaman dinamik ve azimli, kimi zaman da yenik ve umutsuz sürüklenip gidiyordu. O gün de öyle günlerden bir gündü ve içini koyu bir karamsarlık kaplamıştı.
Bu işin altından kalkamayacağını düşündü. Elinden geleni yapıyordu belki ama en önemli şeyi atlamıştı. Gerçekten ne istediğini biliyor muydu? Eğer biliyorsa yaşadığı çelişkilerin sebebi neydi?
En başta istediğinin ne olduğunu düşündü. Hukuk okumak istiyordu. Çevresinde gördüğü bunca haksızlığa karşı durmak için bir yerlere gelmeli, haklı olanı savunmalıydı. Sonra hayallerini düşündü bir an. En ince ayrıntısına kadar kurduğu hayallerini…
Peki bunları gerçeğe dönüştürmek imkânsız mı? Hemen umutsuzluğa düşmesini bir kenara bırakırsa, bunu başarması yalnızca kendi ellerinde. İdeallerine kavuşmak için çaba harcamalı ve bazı şeyleri göze almalı. Ya başaramazsam, ya yapamazsam, ya… ya…!
Bunların cevabını bilmiyordu, bilemezdi ama hayatını bilemeyeceği şeylere göre yönlendiremezdi. Annesi, her zaman bir şeyi çok istiyorsa onun uğruna savaşmalı ve tüm zorlukları aşarak onu elde etmeli, derdi. Peki bunlara hazır mı? İçinden dolu dolu, evet, dedi. Bunlara çoktan hazır olduğunu yeni fark ediyordu. Artık ne istediğini ve ne yapması gerektiğini gayet iyi biliyordu.
Bu kez gerçekten rahatladı. Belki de haftalardan beri ilk kez içten güldü. İçindeki karamsar bulutlar da dağılmış, yüreği hafiflemişti.
Yola baktı yeniden. Bu sefer gerçekten gören gözlerle baktı. Yazın o tatlı sıcaklığını içinde hissetti. Yoldan geçen bir çocuğa el salladı. İlk defa huzurluydu. Hande’yi, Gürkan’ı annesini ve en önemlisi kendisini çok seviyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme içeriye seslendi.
– Anneee, çay teklifin hâlâ geçerli mi?
Burcu DEMİRDEN
www.kafiye.net