İnce Bellide Çay..

Hastalıklımıyım ki kimse yanaşmıyor bana?
Yıllar önce ben de okula gittim arkadaşlarımla oynadım. Kitaplar okudum. Ya şimdi? Yıllar önce ağabeylerimin bana yaptığı haksızlıklara tepkimi göstermek için kimseyle konuşmadım Dilim, gözüm sağlamken lâl ve âma bir hayatı seçtim kendime. Benim gibileri görürsünüz etrafınızda. Saçları kirden betona dönmüş, sakalları bir birine girmiş elbise desen kir içinde, pis kokulu insanlarız. Alnımızdaki her bir çizgi yaşanmış birer acının işaretidir. Kimseye bir zararımız yoktur bizim aslında. Zamanında bir olay küstürmüştür hayata, insanlara. Bizlerin ne kadar kültürlü olabileceğimizi düşünemezsiniz bile. İlk bakışta pislik içinde dilenci olarak görülürüz. Arada iyi niyetli biri çıkar hamama götürür temizler sonra sakallarımızı kestirir. Ama bunlar yapılırken bile teşekkürümüz bakışlarımızdaki hüzündür.
Size bir anımı anlatacağım. Şaşırdınız değil mi? Konuşmayan ben, insanlara küs olan ben anımı anlatacağım. İsmim mi? Boş verin ismin ne önemi var. Bana ne demek istiyorsanız ben oyum.
Ramazan ayı idi. Ramazanlar da belediyeler kimsesizleri toplar, onları sıcak bir ortama yerleştirir, muayene ettirip temizletir ve akşamları yemek verirler. Ama bu insani yaşamı bizlere sadece Ramazanda hak kılarlar.
Akşam yemeği için sofraya oturduğumda masanın bir köşesindeki delikanlı gözüme çarptı. Hiç bize benzemiyordu. Neden gelmişti milletin iğrenerek baktığı bizim gibilerin yanına. Hem de iğrenmek yerine aynı masada çorbaya kaşık çalıyordu.
Yemekleri dağıtan garson gazeteci bey buyur çorbanı dediğinde daha da meraklanmıştım. Gazeteci mi? Yemekler yenmiş kaldığımız yerin salonuna geçilmişti. Delikanlı yine kendine kuytu bir yer seçmiş notlar almaktaydı. Yüzünde sıcak bir tebessüm vardı. Sanki benden utanmanıza gerek yok, eğer utanılması gerekiyorsa o utanç bana ait der gibiydi. Sizleri bu hale getiren bizlerde kabahatin büyüğü der gibiydi. Dayanamadım yanına gittim. Yıllardır konuşmayan ben içimden gelen konuş konuş seslerine daha fazla engel olamıyordum.
Yanında ki koltuğa otururken yüzündeki o tebessüm bana sanki buyur diyordu. O da mı yoksa konuşmuyordu da gözleri ile temas kurmaya çalışıyordu benle. Birden ilerdeki görevliye seslendi. Arkadaşımla bana birer çay getire bilir misiniz? Arkadaşıma mı dedi. Benden başka kimse yoktu ki yanında. Görevli şaşkın şaşkın tabi gazeteci bey tabi hemen dedi. Ama çay getirmeye giderken bile kendi kendine söyleniyordu. Arkadaşıymış. Bir çayları eksikti diye. Bazen sağır olmakta yarar var sanırım. Her şeyi duymaya kalkarsak hayatı zindan ederiz kendimize. Benimki de laf şimdi sanki hayatımın zindan farkı var da.
Çaylarımız geldi. Bizlere plastik bardakla verilen çaylar gazeteci gencin arkadaşıma da dediği için öksüz doyuran dediğimiz biraz iri cam bardaktaydı bu kez. Hem de üç şekerli.
Çaylarımızı yudumlarken dayanamıyordum artık içimden gelen baskılara. Ve yıllar sonra ilk merhabamı dedim. Delikanlı şaşırmamış gibi yaparak merhaba diye cevap verdi. Konuşmaya yeni başlayan bebekler misali susmak bilmiyordum. Saatler hızla akıyordu.
Sahur vaktine kadar sohbet etmiştik. Şaşırmıştı dünya klasiklerinden sinemaya, klasik müzik den ülkeler tarihine kadar bilgim olmasına. Beni dinlemiş ve dinlerken çoğu zaman gözyaşlarına hakim olamamıştı. Beraber benim hikayeme ağlıyorduk. Bu nasıl bir duygu böyle. İki yabancı tek bir hayata ağlamakta, sanki özür dilerim bunları yaşadığın için demekte. Kendini hayatımın bir parçası olarak gören şu ana kadar olmamıştı hiç.
Ramazan bitip gerçek yerlerimize sokaklarıma dönmüştüm. Taştan yastığıma, kartondan döşeğime dönmüştüm. Üşüdüm mü bakkal çöplüklerinden aldığım peynir tenekelerine ne bulsak atar onla ısınırdım.

Delikanlıyla üç dört güne sokak aralarında denk gelir merhabalaşır, bir isteğimin olup olmadığını sorardı. Ne isteye bilirdim ki. İsteyemeyeceğim bir şey vermişti bana dostluğunu. O dostluk ki beklentisiz çıkarsız. Üstümde ki pis kıyafetlerin, hatta pis kokumun bile bir anlamı yoktu görüşmelerimizde. Bir köşeye oturur kaldırımda zeytin biraz da peynir bir somunu bölüşür beraber yerdik. Hatta bazen takılırdım kendisine. Dün akşam nerdeydin ziyafeti kaçırdın yine diye. Bazen çöpten margarin atıklarını bulurum. İçinde bir parça yağ kalır tam sıyırmazlar ve atarlar çoğu zaman. İşte benim ziyafetim derim o zaman. Fırıncıda iki üç günlük bayat ekmekten verdimi çocuklar gibi sevinirim o gün. Akşam hemen peynir tenekesinde güzel bir ateş, iki demir çubuğun üstüne ekmekleri yerleştirir kızartırım. Margarinim de var nasılsa kızarmış ekmek ve yağ. Dostuma kaçırdın derim yine. Gelse kızarmış ekmeğimden verirdim sıcak sıcak misler gibi kokan. Ama ya çay ikram edemezsem. Su ısıtırdım içine de bir iki tane nane attım mı naneli çay niyetine içerdik. Her ekmek kızartışımda aklıma gelir, ‘’arkadaşıma ve bana çay’’ diyen dostum. Hem de cam bardakta.
Uzun yıllar oldu görmeyeli. Buralardan gitmiş başka bir meslek seçmiş kendine diye duydum.

Nasıl bir dostluk tohumuydu? Bir konuşanla bir susan atmıştı. Biri temiz biri kirli bedene. Her iki beden de en temiz yere yüreklere. Bazen delikanlı karşımdaymışçasına
Konuşmaktayım kendi kendime. Bu halimi görenler: Deliye bak kendi kendine konuşuyor diye işaret etmekte. Ben en azından kendi kendimle konuşuyorum. Ya siz akıllılar hiç kendi kendinize konuşa bildiniz mi? Eğer kendi kendinizle konuşmayı başarsanız utanırsınız Kendi kendinizle sohbeti bitiremezsiniz belki. Şimdi bu gerçekleri söyledim ya homurdanmaları duyuyorum. Hani sen yıllarca konuşmuyordun. Ne oluyor da susmak bilmiyorsun şimdi diye.

Susma zamanım geldi anlaşılan. Bu susmak sadece insan taklidi yapanlara. İçinde insan sevgisi yaşayanlara değil. Kulluk korkusu yaşayanlara değil. Sevgi tohumlarını yüreklerinde yeşerten, göz pınarlarıyla besleyen insan gibi insanlara değil bu susmak.
Biliyorum ki bu susmam insanın insana haykırışıdır aslında.Susarak içinizde ki insanı, sokak da ki evimde ince belli cam bardakta çay içmeye bekliyorum iğrenmezseniz eğer..Benim kapım herkese açık.Kapı da yok ya aslında. Siz eğer yüreğinizde ki kapıları açabilirseniz bizlere.

Gürhan Olcaytürkan
www.kafiye.net