Çiçeklerin Dansı
Bugün okuldan eve geldiğimde evde bir renk cümbüşü ve koku bulutu içinde kaldım. Annem, anneannemlerle pikniğe gitmişti. Orada bulduğu tüm çiçekleri koparmış, evin bütün köşelerine birer vazo içinde yerleştirmişti.
              İçim biraz burkuldu, ama biraz da mutlu oldum. Çünkü annemin orada olduğunu düşündüm. Anneme bensiz kırlara gidip de nasıl mutlu oldukları hakkında sitem ettim. Tam bu sırada anneannem bana, “ Kızım, biliyor musun? Çoğu kır çiçeklerinin ömrü bir haftadır. Bu en güzel zamanlarda onlar kendi aralarında bir balo gecesi yaparlar. Bütün çiçekler eğlenir, dans ederler. Kral ve kraliçeleri geldiğinde eğlenceyi başlatırlar. Sonunda da bir yıl sonra -Başka bir baharda- buluşmak üzere ayrılıp uykuya yatarlar” dedi. Gülümsedim, gözümde güzel bir tablo olmuştu. Annem hafta sonu pikniğe gideceğimize dair söz verdi.Piknik hayali ile yatıp uyudum. Saat kaçtı bilemiyorum, kulağımda hafif bir melodi ile uyandım. Önce ne olduğunu anlamadım. Daha sonra müziğin yan komşudan gelebileceğini düşündüm, ama değildi. Odamın hemen yanındaki salondan geliyordu sesler. Yavaşça kalktım ve salonun kapısına doğru yürüdüm. Salon kapısının camına loş renkli ışıklar yansımıştı. Kapının aralığından içeriye baktım. Gördüklerime inanamadım.
              Gerçek bir parti vardı içeride.
             Ateş böcekleri uçuşarak salonu aydınlatıyor, kelebekler kanatlarının üzerindeki parlak tozları yerlere serpiştiriyorlardı. Yemek masasının üstünde iki menekşe yan yana şarkı söylüyor, bir karanfil gitar, bir gül keman, bir papatya da bateri çalıyordu. Masanın diğer ucunda sümbüller mor tüller içinde boyunlarını eğip asalet kumkumaları gibi “ Bizden güzeli var mı?” dercesine etrafına havalı havalı bakıp, elerlindeki minik şarap bardaklarını tokuşturup, muhabbet ediyorlardı. Papatyalar gülen yüzleriyle güneş gibi aydınlık ve mutluydular. Balonun en alçak gönüllü, en mutlu , en huzurlu çiçekleriydiler. Bellerine beyaz tüller bağlamış, salon boyunca salına salına dolaşıyorlardı. Boru çiçekleri borularını üç kere üflediler ve bütün çiçekler sıraya girdiler. Beyazlar içinde kraliçe gül ile kırmızılar içerisinde kral gül gelmişti. Kraliçenin eteklerini menekşeler tutuyordu. Bütün çiçekler kral ve kraliçe önünde diz çöktüler. Kral ve kraliçe gururla tahtlarına oturdular.
              Kırmızı bir gülün işaretiyle vals başladı. Nergislerle papatyalar, laleler, sümbüller ve daha tanımadığım onlarca çeşit çiçek birbirleriyle dans etmeye başladılar. Biranda küçük bir tıkırtıyla hepsi olduğu yerde kaldı. Komidinin çekmecesi yavaşça açıldı ve benim, ne zamandır bulamadığım Fatoş bebeğim başını uzattı. Fatoş bebek, sanki o partiye daha önce katılmış gibi bir kenara oturdu. Çiçekler onu selamlayıp danslarına davet ettiler. Uzun boylu bir zambak Fatoş bebeği dansa kaldırdı.
              Sabaha kadar hiç kıpırdamadan onları izledim. Sabahın ilk ışıklarıyla danslarını bitirdiler. Birbirlerine sarılıp ertesi yıl başka bir bedende tekrar buluşmak üzere vazolarına çekildiler. Yatağıma döndüm. Rüya mıydı, yoksa bir hayal mi anlayamadım. Öğlene doğru kalktığımda doğru salona doğru gidip baktım, hepsi boynunu bükmüş yorgun yorgun duruyorlardı. Çekmeceden Fatoş’u çıkardım pembe yanaklarıyla gülümsüyordu. Bu gördüklerim hayal miydi, yoksa gerçek mi? Acaba anneannem de mi görmüştü onları?…
                                                                                 
                                                                                 Söke/ 2005
                                                                                 Hatice  YAVAŞ
Kaynak: Hilmi Fırat Anadolu Lisesi/ Genç Bakış / mart 2005/ yıl-4/sayı-4