DOSTLUĞUN TOSTU

Orta sehpanın üzerindeki beş yüz yıllık cam şekerliğinin her bir yanı gökkuşağının tüm renklerini taşıyor ve odanın her yanına yansıyordu. Bahar havasıydı. İçime dolu dolu çektim ve esas önemli olan eşyam; polis memurluğu yapan babamdan aldığım düdüğüm. O da ceviz rengi ahşap kokulu konsolun üstündeydi. Yatağımdan kalktım. Annemin ayaklarım üşümesin diye aldığı yunus balıklı terliklerimi kenara itip, içimi ısıtan bu güzel havayı bastığım, dokunduğum baktığım, gördüğüm her şey ile paylaşmak istedim. Perdeyi araladım camı açtım. Bir günde yeşili daha da yeşil olur muydu dalların? Ya da tek tük çiçeklerin yerini alır mıydı bu kalabalık renkler?

 

   Evimizin İstanbul Çengelköy de tarihi bir Rum evinin restore edilmiş Türk kültürüne uygun düzenlenmiş sıcak duyguların yaşandığı bütünlüğün sağlandığı aydın bakışlı ailemin süslediği ve her güzelliğe açık bir rüyaydı. Çok seviyordum, çok seviyorum. Bahçe kapısını açtığımda içime dolan güzel hava daha temiz ve hoş bir farklılıkla yer değiştiriyordu içimde… Nergislerin yeşilinden fırlayan o mis kokulu beyaz çiçekler, sümbül papatyanın renklerinin arasından canlı, yeşili ile güzellik katan kuş konmaz ve annemin üstüne titrediği birkaç çeşit gül ağaçları… Bugün hepsi kahkahalarla bahçemizi şereflendirdi. Evimizin arka bahçesine açılan babamın yaptığı ahşap kapıdan annemi şaşırtmayı çok seviyordum. “ Günaydın yavrum hemen kahvaltımı hazırlıyorum.” Öylesine huzur doluyordu ki içim bu sesle.

 

  Annem İstanbul Kolejini iyi derece ile bitirmiş ve bir şirkette müdür yardımcılığı yapan bakımlı bulunduğu yere güzellikler taşıyan zeki, çalışkan bir kadındı. Babam da polis memurluğu ile başlayıp karakolda komiser görevine kadar yükselmişti. Onları çok seviyorum, sevmenin güzelliğini bana öğrettikleri için. Evimizden iki ev uzakta oturuyordu Hasibe. En iyi arkadaşımdı. İlk ve ortaokulu beraber bitirmiştik fakat lisede ayrılmıştık. Ayakkabı tamircisi olan babası Hasibe’yi Kız Meslek Lisesi’ne vermişti. Annem ve babamın onca rica hatta yalvarışlarına kayıtsız kalarak “ Son okulu ilerisi de yok.” diyerek noktayı da koymuştu.

 

  Annem tostla doğru beslenmediğimi düşünerek reddeder ama çok istediğimi bilir kıramazdı. Tost iki adetti. Hafta sonları en çok sevdiğim şey idi Hasibe ile sokağın bitişiğindeki yeşilliklerde tostumuzu yerken yarım yamalak görünen İstanbul birinci köprünün hareketliliğini izlemek. Elimde iki tost, babamın düdüğü cebimde. Hafif üflemem bile yeterli. Hasibe’nin geliyorum hareketi ile gelmesi arasındaki kısalığa bayılıyordum. Ayrıca çalışkan zekiydi. Onu bu yüzden daha çok seviyordum. Hasibe’nin fiziksel olarak en güzel, en canlı yeriydi saçları. Dümdüz pırıl pırıl ve hep mis kokulu. Ben dahil tüm tanıyanlar Hasibe’nin saçlarının torpilli olduğunu düşünürdük. Hasibe’lerin bahçesinde portakal ağaçları daha bir cömert olduğu için tostlarımızın yanına meyve sularını hep Hasibe hazırlardı. Muhteşem hafta sonu kahvaltısı için hazırız. Altımıza paspasımızı da serdik mi mutluluğun bize anlattığı yerdeydik, birçok kişinin yaşam mücadelesi için ya da gezmek için ya da ziyaret için döküldükleri boğaz yolunu izlerken. Her şey güzel. Fakat Hasibe’de bir durgunluk vardı. Suçlu gibi gözlerini de benden kaçırıyordu. Utangaç bir hali vardı. “ Ayşe biliyor musun?” dedi. “ Babam yurtdışında yaşayan benden on beş yaş büyük uzak bir akrabamızla evlenmemi istiyor. Korkuyorum.” Babası da olsa bir başkası Hasibe’nin adına karar verip nasıl noktayı koyabilirdi. Yaşamak hayallerinin peşinde koşmak değil miydi? Sustum, sustuk. Mücadele ederiz bir şeyler yapar vazgeçiririz derken kendimde inanamıyordum Hasan amcayı ikna edeceğimize. İşimiz zordu. Yarımlanmış tostlarımız avucumuzda bir şey olduğunu hatırlatır vazifesindeydi. Sessizliği Hasibe bozdu. “ Hatırlıyor musun Ayşe ilköğretim ikinci sınıftaydık. Tülin ablanın kitabında Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini görmüş ve aynı gün sürekli okuyarak ezberlemiştik. Ertesi gün okulda öğretmenimizden rica edip okuduğumuzda Pervin öğretmenimiz göz yaşları ile bizi öperken çok başarılı olacağımızı ve yüksek okullarda okuyacağımızı söylemişti ve eklemişti. “ Yavrularım Mustafa Kemal Atatürk zeki, çalışkan, cesur bir lider kurtarıcıydı. Dünyaya Türklüğün bölünmezliğini gücünü ve Türklüğün onurunu ispatlayan ulu önderdir ve kadın haklarını getirmiştir. Yasallaştırmıştır. Biz kadınların da erkeklerle eşit olduğunu söyleyerek Türk kadınına yerini vermiştir.” Sustu. “ Ne kötü değil mi ben tahsilimi tamamlayamayacağım ve istemediğim biri ile evlendirileceğim ve tüm bunlara bir erkek, babam karar veriyor benim adıma.”

 

  Sabah geldiğimiz yerimiz öğleden sonranın yorgunluğuna teslim etmişti kendini. Sessiz çığlıklar kol geziyordu mavilerin yeşile döndüğü uzaklarda. Sabaha gözlerimi açtığımda başımda inanılmaz bir ağrı vardı ve mutsuzluk… O bir hafta yoğun düşüncelerle geçti. Annem ve babamda konuyu biliyor bir şey yapamayacaklarının çaresizliğinde üzüntüme eşlik ediyorlardı. Yine hafta sonu Hasibe ile buluşup tostlarımızı yiyeceğiz. Belki bizim yaşıtlarımızın uzak olduğu konulardan bahsedeceğiz. Belki susacağız. En yakın arkadaşımın kapısındaydım. Düdüğümü çaldım. Sanırım sesi duymadı. Tekrar tekrar boğazdan yankısı geldi ama Hasibe yok. Her zaman önce camdan selamlaştığımız Hasibe kapı aralığından bakan gözle karşımda. Ela gözleri yeşil çiğ taneleri yarıştırıyordu avucuma. O minicik çenesi soğuktan titriyordu. “Akşam istemeye geliyorlarmış.” dedi cılız bir feryatla. Tostlarımız elimizde ayaklarımız yolu biliyordu. Yüreğimizde hareketlerimiz bile aynıydı. Bir gerçek vardı ki ona yardım etmeyi çok istiyordum. İstiyorum da… Ertesi gün okul çıkışı Hasibe’lerin  karşısındaki bakkalın önünde bir şey alacakmış gibi bekliyordum. İçimde belirsiz bir bulantı evde kimse yoktu. İlerleyen saatlerde tekrar tekrar aramama rağmen ne evde bir ışık ne de telefonun karşısında bir ses. Hiç böyle çaresiz kalmamıştım. Uyumuşum. Odamdan çıktığımda annem ve babamın hazırlandığını gördüm. “ Sen okuluna git kızım biz hastaneye gidiyoruz. Hasibe’nin babası trafik kazası geçirmiş.” dedi. İnsanlar birbirlerine kızsalar da onun acı çekmesini istemezler. Belki düşüncelerinin değişmesi için ders almasını isteriz ama bu sefer durum ciddiydi. Hasan amca geçirdiği kaza sonucu yürüyemeyecek ve konuşamayacaktı.

 

  Üzerinden yıllar geçti. Babam Hasibe’nin tahsil masraflarını üstlendi. Hasibe doktor oldu. Hala en iyi arkadaşım. Ben annem gibi müdür yardımcısıyım devlet kurumunda, müdürlüğe soyunan… Biliyor musunuz? Hasan amca Hasibe’nin kontrolünde her gün daha iyiye gidiyor. Bugün güzel bir gün gökkuşağının tüm renkleri üzerimde ve yüreğimde taşıyorum. Ben Ayşe; aydın, çağdaş, zeki, hedefleri olan bir Türk kızıyım ve gurur duyuyorum. Hasibe’nin kapısındayım. Yıllar öncesinde olduğu gibi onu düdüğümle çağırmaya bayılıyorum. Bugün hafta sonu tostlarımız, portakal suyu ve Çengelköy de bir sokak yetiştirdiği doktor ve müdürünü ağırlayacak.

Melek KIRICI
www.kafiye.net