” GÜZEL YURDUMUN HERHANGİ BİR YERİNDE , HERHANGİ BİR ZAMANINDA ÖLEN BÜTÜN MEMET AMCALARA ”

                                           VEFASIZDI BÜTÜN KUŞLAR

– Allah belanı versin pis moruk. Ne ulan bu yatağın hali böyle ?

– Gelin , gece seslendim duymadınız bende daha fazla bağırıp seni uyandırmak istemedim. Hem dün akşam Ali osman’la kavga etmiştiniz senin   moralin bozuktu birde gecenin bi yarısı benimle uğraşmanı istemedim.Sıkarım dedim. Sabaha kadar tutarım dedim ama Dalmışım.

– Ne yapayım uykumda kaçırıvermişim. Kusura kalma gayrı gelin.

– Allah bana bir çocuk vermedi ama ; Sen benim başıma öyle bir belasın ki ; On tane çocuğum olsaydı yinede senin kadar uğraştırmazlardı beni. Boklu donlarını , sidikli çarşaflarını ben yıkıyorum. üstünü başını ben değiştiriyorum. Ben olmasam karnını bile doyuramazsın sen be .

– Ne yapayım gelin Ali osman dan başka , senden başka dünyada kimsem kalmadı ki. Üstelik paramda yok . Hani biraz param olsaydı , ben çok zaman önce gidip huzur evine yatacaktım. Ama ne yapayım ki param yok işte. Bana geçmişimden kalan , İstiklal Savaşı madalyam ve
kopmuş iki bacağım birde ölmüş , öteki tarafa göçmüş bir sürü yakınım. Bana geçmişimden kalanlar bunlar işte.

– Kazıkmı çakıcan dünyaya ? İki tane yüz yıl gördün daha ne yaşıyorsunki. Sonra yaşamak mı bu. Hem kendini hemde beni canlıcanlı mezara soktun be ! Ali osman işten çıktığında yiyecek bir lokma ekmeğimiz yoktu ama sen ; Şu madalyanı satıp yiyecek almamıza bile müsade  etmedin.

– Ben Atatürk’ün askeriyim. On tane ayağım olsa yinede ; Hiç çekinmeden feda ederdim on ayağımıda. Onlar bu ülkeye armağan oldu. İstiklal savaşı madalyamda o günlerden bana kalan tek hatıra. Yine zorda kalsak yine satmam madalyamı. Ölünce madalyamı da atın beni gömdüğünüz o çukurun içine.

– Aman iyi halt edersin. Keşke ölsende , on tane madalya atsam o çukurun içine !binsekizyüzdoksanyedilerde mi ne doğmuştu memet amca. Hatırlamasa bile binsekizyüzlü yılları görmüştü. Bindokuzyüzlü yıllarıda görmüştü. Allahtan şimdi bir isteği vardı ; O’da ikibinli yıllardan da o hiç hatırlayamadığı binsekizyüzlü yıllar gibi olsada bir kaç sene görebilmekti. Bu ülkede padişahlık dönemini görmüştü. Kölelik düzenini gördü. Sonra , sonra onu gördü.

Atatürk’ü gördü.

O , Genci , yaşlısı , kadını , erkeğiyle hep beraber vatanı işgalden kurtarmak için herkesi cepheye çağırıyordu. memet amcada gitti. Cepheden cepheye koştu. Ta ki ; Çanakkale de bacaklarını bırakıncaya kadar. Patlayan bir topun gürültüsüyle , uykuya dalan bir bebek gibi deliksiz bir uykuya daldı. Gözlerini açtığında ilaç kokan bir hastanenin beyaz tavanını gördü önce. Çok hafif hissediyordu kendini. Doğrulmak istedi , doğrulamadı. Ellerini destek yaptı , yine doğrulamadı. Üstündeki örtüyü araladığı zaman acı gerçeği gördü memet amca. patlayan bir topun gürültüsünde bebek gibi bir uykuya dalarken iki bacağını da orada ; Cephede bırakmıştı.

Artık bir daha cepheden cepheye koşamıyacaktı. Ya da dam başlarına çıkıp çok sevdiği leylek karlarından bi çanak dolusu doldurup üstlerine pekmez döküp bana çıka yiyemiyecekti.

Ama ülke için can veriliyordu !

Hey babam be ;

Kimler ölmüştü yanıbaşında. Kimler kucağında ölürken mektuplarını ona emanet etmiş ; Anasına , Babasına , Yavuklusuna emanet eşyalar , mendiller bırakmıştı. O iki bacağını vermişti.

Çokmuydu ?

Geride hatırladığında en çok sevindiği şeylerin başında Atatürk’ün yakasına taktığı İstiklal Madalyasının gururu geliyordu. Yıllarsa akıp gidiyordu ve giden yıllar ha bire ondan bir şeyler götürüyordu. karısı gitti. Bütün çocukları gitti. İşte geriye kala kala bir tek en küçük torunu ali osman ve onun karısı kalmıştı. Allah’ta onlara bir çocuk nasip etmemişti. Zürriyetimiz kurudu diye düşünüyordu zaman zaman memet amca.

Çok uzunca bir zamandan beri ali osman’ların evinde kalıyordu. Bir tekerlekli sandalyesi bile yoktu. Tek avuntusu , sevinci , içeriye doğru girintisi olan iki kanatlı pencerenin önünde oturup geleni geçeni , dışarıyı , hayatı ve dünyayı seyretmekti. En çok hoşuna gidense gelinin getirdiği ekmeğin hepsini yemeyip , bir parçasını ayırıp ; Pencerenin önüne gelen kuşlara ekmek kırıntısı vermekti.

Yaz kış hiç farketmiyordu. her gün hep aynı saatte sakladığı ekmeği çıkarıp küçük küçük kırıyor ve o küçük kırıntıları avucuna döküyordu. Bütün kuşlarda alışmıştı artık. Hepsi gelip ürkmeden ,korkmadan memet amcanın elinden ekmek kkırıntılarını yiyiyorlardı. Onlar avucundan ekmek kırıntısı yerken yada pencerenin önünde dinlenirlerken memet amca onlarla konuşuyordu.

– Serçe kuşu ; Üstüne lapa lapa kar yağmış çam dalı nasıldır acaba ; Yine eskisi gibi güzel bir soğukluğu varmı üzerinde ;

– Ya sen kumru söyle bana ; Üzerinde bir su damlası bulunan gül yaprakları hala eskisi gibi harika kokuyorlarmı ? Biliyormusunuz ben üstünde bir damla su bulunan gülleri her zaman çok sevmişimdir.

– Ah sen , ah sen hırsız karga ; neden siz hep sabun çalarsınız ? Acaba kapkara tüyleriniz yıkana yıkana beyaz olur ümidiylemi sabun çalarsınız hep siz. Hiç çalınmış sabun görmedim. Bana birgün çalınmış sabun getir olurmu ?

Hayat hep aynıydı. Hep tekdüze gidiyordu.Kuşlar bile aynıydı. Kötü olansa ; İçinde bulunduğu evin ortamının artık içinde durulamayacak kadar kötüleşmesiydi.

İkibine iki gün vardı ve sabahında memet amca yine yatağa işemişti.Yine bir sürü laf yedi. Yüreği sayısız kere örselenmişti. Ha bir eksik ha bir fazla ne farkeder diyenlerden değildi memet amca. Çok incindi çok kırıldı üzüldü , ağladı.

Ama biraz sonra kuşlar gelecekti. Bi parça sevinç doldu yüreğine. Zaman gelmişti. Usulca pencereyi açtı. Yine her zamanki gibi avuçlarının içine kırıkladığı ekmekleri usulca uzattı pencerenin dışına. Otuz aralıktı. Lapa lapa kar yağmıştı ve ;

İkibine iki gün vardı.

Hiç bir kuş küçük ekmek kırıntıları bulunan ele gelmedi o gün. Beş dakika , on dakika , bi saat bekledi memet amca . Hiç bir kuş gelmedi. İşte şimdi iyice yıkılmıştı memet amca. Dünyaya , geline , geçmişe , geleceğe sövdü saydı.

– Her şey unutuluyor . Her şey yıkılıyor. Kalpler inciniyor , yürekler örseleniyor.

Dedi.

Öfkeliydi. O sakin . yumuşak halinden eser kalmamıştı. Herkesin vefasız olduğunu düşünüyordu.
                                       
                                        VEFASIZDI BÜTÜN KUŞLAR !

Dedi.

Bu onun son lafıydı. Başı usulca sola açılmış pencerenin yanına düştü. İçinde ekmek kırıntıları bulunan sol eli hala dışarıdaydı. ve içinde hala ekmek kırıntıları vardı. Yaşamı bitmişti memet amcanın. Uzanma mesafesine iki gün kalmıştı ama ; uzanamamıştı memet amca.

Belki de daha iyi olmuştu.

Önce serçe geldi pencerenin önüne. Ağzında bir parça çam yaprağı vardı. Üstünde de karlar.
Sonra hırsız karga geldi. Usulca ağzındaki bir parça sabunu memet amcanın sol elinin yanına bıraktı. En son kumru geldi. Hırsız karganın bıraktığı sabunun yanına üstünde bir su damlası bulunan bir gül yaprağı bıraktı.

Hiç ekmek kırıntısı yemedi kuşlar. Hiç ötmediler bile. Saatlerce orada öylece durup memet amcanın yüzüne baktılar. Belki ağlayabilseler ;

Ağlarlardı da.

Ya işte böyle. Vefasız değildi bütün kuşlar memet amca. Hem sadece yanlızca kuşlarmı ?Büyük bir ihtimalle bir hafta sonra TRT 1’de 20:00 Ana haber bülteninde eğer varsa ; Ekranın sol üst köşesine bir resmini koyarlar ve ;

– İstiklal savaşı gazilerinden Mehmet ALABAYIR geçirdiği bir kalp krizi sonucu 102 yaşında hayata gözlerini yumdu. Derler. Seyredildiği ölçüde bu ülkede herkes seyreder vede dinlerlerdi senin öldüğünü. Nasıl yaşadığını , nasıl ızdırap çektiğini kimse bilmedi sen yaşarken belki ama ; İşte öldüğünü bütün ülke öğrenmişti. Belki seyredenlerin içinden bazılarının kalplerini incecik bir sızı kaplar , gözleri nemlenirdi.

Ya işte böyleydi.

                                VEFASIZ DEĞİLDİ BÜTÜN KUŞLAR MEMET AMCA !

Ahmet AKTAŞ
www.kafiye.net