ASLINDA YALNIZDIR HER ŞAİR

KALIŞLARINLA SÜSLEME GİDİŞLERİNİ SENDE BİLİRSİN Kİ AYRILIK AŞKIN YAĞMURUDUR…

Acılarını ve gözyaşlarını hapsettiği bavulu elinde otogara doğru ilerliyordu Rüzgar Bakışlı Kız. Her zaman olduğu gibi yine yalnızdı. Benim varlığım ona ayrı bir yokluk katıyordu sanki. Son kez yürüyorduk yan yana bu yolda, bunu kendime bile itiraf edemiyordum. Konuşmadan ilerledik bir süre, dilime öksüz bir ‘gitme’ sözcüğü takıldı ama duyulmadı bir türlü… Ayaz bir ayrılığa bürünüyordu kent. Aşkın bazen vazgeçmek olduğunu yokluğu öğretiyordu bana. Hiç konuşmuyordu. Gözlerini yağan yağmura dikmiş damla damla susuyordu. Giderek yalnızlaşıyordum ve yalnızlaştıkça daha çok aşık oluyordum. Kalbimin kırıkları arasından hiç kanamadan geçti. Ayrılığın aşkın yağmuru olduğunu sanki bana kanıtlamaya çalışır gibi hiç gözlerime bakmadan ilerledi. Böyle gidemezdi söyleyecek bir ‘kal’ım olmalıydı ellerimde. Son kez yanına yaklaştım ve eline buruşmuş bir kağıt tutuşturdum. Ölüm sessizliği vardı tarihi Esenler Otogarında. Öznesiz bir –hoşça kal- aktı gözlerinden. Cevabını beklemeden otobüsteki yerini aldı. Yüreğimin mürekkebiyle dolu olan ve ayrılığa isyan edercesine buruşmuş olan kağıdı suskun gözlerle açtı:

‘‘Katilsiz bir cinayetin kör bıçak bakışlarındasın şimdi

Dilsiz bir aşkın çığlığısın saklı bahçemde

Amin’siz duamsın dilimde

Ve

Hiç kabuk bağlamayan yarasın gönlümde…’’

 Yüzünü otobüsün soğuk camına yasladı. Donuk gözlerini yüreğimin kuytularında gezdirerek bilmediğim dillerde konuştu. Gözlerimle veda ettim bende son kez. ‘gitme’ diye bağırdım ama duyulmadı sesim. Yağmur gözyaşlarımı saklayarak yağıyordu üzerime. Islanıyordum ayrılığın yağmurunda. Ve yine gözlerimle konuşmaya başladım:

‘‘Bu acı fazla gerçek, gitme gönül sızım. Matem karası renkleri gözlerime çizip gitme.

Ölüm yüklü şehirleri yüreğime hapsedip gitme.’’

Ağır ağır hareket etmeye başlamıştı otobüs. Sadece onu değil koskoca bir şehri de beraberinde götürüyordu sanki. Hayalini çalmıştım yanından, işte bu yüzden kalarak gidiyordu benden. Onu son kez gördüğüm gerçeğini bir türlü atamıyordum zihnimden. Kimsesiz düşlerimi, içimdeki cesetlerin arasına kilitleyip gitti…

 Can kırıkları kalmıştı ellerimde. Boş gözlerle giden otobüsün arkasından öylece baktım. Hafif siyaha çalan camın arkasından, gözlerine son bir bakış ısmarladım. Onsuz gecelerin şahidi olan ve ona hiç okutamadığım, şiirle dolu bir kağıdı rüzgarlara emanet ederken, usulca gözlerimden akıp gitti. Gitmişti artık Rüzgar Bakışlı Kız. Gitme bile diyememiştim. Aşkın yağmuru hala ıslatırken bedenimi, rüzgarlara emanet kağıtta yazanlar son kez ilişti gözüme…

 ‘‘Aşkın gözü kör değildir şiirlerdir onun gözleri. Zamansız bir rüzgar gibi girer kapalı penceresinden şairin, vakitsiz bir yağmur gibi damla damla yağar üzerine… Aslında yalnızdır her şair, mısraları vardır vehim saçan gözlerinde… Şiirlerle ıslanan yüreğinde… Bir katre aşk düşer yüreğine sessiz gecelerde, kor misali… Mum gibi erir şair, muhtaçken bir damla ateşe…’’

 

İrfan Akçadağ
www.kafiye.net