YURDUMDA AŞK, DİLİMDE ZAMİR

Sen; bir İstanbul türküsüsün, ben; Anadolu’nun sıcacık ekmeğinin buharı. Sen; Karadeniz’de horon ve mısırsın. Ben; Ege’de biraz üzüm, biraz incir. Sen; bembeyaz karsın Erzurum’da ve Kars’ta. Ben; sende biten kardelen. Sen; yağmurdan sonra açan güneşsin. Ben; senden sonra olan yedi renk gökkuşağı. Sen; bırak kelimelerle cümleleri, hatta dilleri pantolon cebine sığdıran şairsin. Ben; o şairin gözyaşı. Sen; ramazan davulcusunun, ben; davulun tokmağı. Sen; bir ağacın köküsün, ben; ağacın meyvesi. Sen; bir askerin cigarasısın. Ben; o askeri seven genç kızın işlediği mendil…
Ve kötüler kralı “O”
O; İstanbul türküsünün söylenmeyişidir. O; Anadolu ekmeğinin artık hiç pişirilmeyişi. O; Karadeniz ve Ege’de yetişmeyen mısır, üzüm, incir. O; Erzurum’da ve Kars’ta kararan kar, küstürülen kardelen. O; çamurlu yağmur, parıltısız güneş ve hiç olmayan gökkuşağı. O; unutulan kelime, hatta dil. O; hiç. Duyulmamış şair, hiç yazılmayan şiir. O; adı “ şeker bayramı’na ” çıkmış Ramazan Bayramı. O; artık alışmayan davulcu. O; yangında kül olmuş ağaç, hiç yetişmemiş meyve. O; kahramanlığı unutmuş korkak bir asker, hiç tütmeyen cigara. O; hiç sevmemiş genç kız, hiç işlenmemiş mendil…
Ve “ BİZ ”
Biz; yeni doğan güneş, temizlenmiş haliç, yüzü gülen balıkçı. Biz; çocuk elindeki fidan, sabah ezanında çalışmaya başlayan işçinin makarası. Biz; sevgiyle pişmiş aş, gülen kadın çehresi. Biz; yeni kurulan fabrikanın bacası, kurulan düğün dernek, yazması kırmızı gelin. Biz; yeni dogan oğlan çocuğu.
Biz; biraz menekşe, biraz gül, biraz papatya. Biz; sevdasını haykıran delikanlı. Biz; umut, biz sevda. Biz; gelecek.
Biz; memleket.
Biz; ille de memleket.

Diyarbakır/ 18.10.2005
Zehra UZUN
www.kafiye.net