şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Kimimize gerçek gibi görünse de, dünya hayalden bir bahçe… Çoğumuz onu sıla bilsek de gurbetin ta kendisi… Kavgayla, hırsla, vahşetle, şiddetle geçenlerimiz var bu gurbetten. Sövenlerimiz, sayanlarımız; hiçbir zaman nefsi de, gözü de, gönlü de doymayanlarımız var. Fakat Sen, ey nebiler nebisi dünya gurbetinden ne güzel geçtin. Ezmeden ve üzmeden… Daima severek ve sevilerek…
Nimete saygı, Anadolu felsefesinin çok önemli bir halkasını oluşturuyor. Anadolu insanı, maddi manevi varlığımızın sürdürülebilmesi için sahip olmamız gereken her şeye gönülden saygı duyar. Yolda gördüğümüz bir ekmek parçasını zarar görmeyeceği bir yere kaldırmak, israftan kaçınmak, mecbur kalmadıktan sonra çöpe yiyecek atmamak için çaba göstermek bu saygının naif birer tezahüründen ibaret…
Çekingen mizaçlı, içe dönük, yazdıklarıyla mutlu olmayan, çok genç yaşta veremden ölen, Kırgız Türklerinin lirik şairi Alıkul Osmonov 1915 yılında Cüy vilayetindeki şimdiki Panfilov bölgesine bağlı Kaptal-Arık köyünde doğmuştur.
Alıkul’un doğduğu köy Taşkent’e, Alma-Ata’ya Jambıl’a giden yolun üzerinde kurulmuştur. XX.yüzyılın başlarında Rusların yerleşmesiyle kurulan Staro Nikolayevsk köyü Ekim İhtilali’nden sonraki yıllarda Kaptal-Arık adını almıştır. İleriki yıllarda köyünden uzak kalacak olan şair duyacağı özlemi sık sık şiirlerine yansıtacaktır.
“Bugün efkârlıyım açmasın güller” Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun meşhur dizesi…
Efkâr basınca bizi, güller açmaz mı?
Açar elbet! “Bahar boldu vü gül meyli kılmadı könlüm/Açıldı gonca ve lîkin açılmadı könlüm” diyen Nevai’ye benzese de halimiz ne güllerin açması ne de güneşin doğması bizimle kaimdir.
Her şeyin bir rengi olduğu gibi günlerin de renkleri var. Günlerimiz karası, beyazı, mavisi, laciverdi, yeşili, neftisi ile arzı endam ederler ömürlerimizde. Üstelik her biri tüm albenilerini ya da arazlarını bizim duygularımızdan alır. Gabriel Garcia Marquez bu sebepten bizlere Kırmızı bir Pazartesi’yi anlatma gereği hissetmiş olmalı. Tuhaf bir cinayetle kana bulanan Kırmızı bir Pazartesi’yi…
Horasan erenleri gezdiler dünya üzerinde; Yesi arifleri, Anadolu dervişleri… Hoca Ahmet Yeseviler, Niyazi-i Mısriler, Mevlana-yı Rumiler, Tebrizli Şemsler gelip geçtiler insan neslinin gönül erleri olarak… Yunus Emreler, Kaygusuz Abdallar, Hacı Bektaş-ı Veliler, Âşık Veyseller, Mahsuni Şerifler, Pir Sultan Abdallar… En çok kendi nefisleriyle cenk eyledi onlar, sonra da kötülükten, karanlıktan, zulümden yana ne varsa onla…
Rüzgâr ki havanın delişmen, yerinde durmaz yanıdır; en basit şekilde hareket hâlindeki hava diye tanımlanır. Hiçbir yerde eğlenmez o, daima gezer; esaret kabul etmez, hiçbir nesneye bağlanmaz. Kâh başlarını okşar muhataplarının, ninniler söyler kulaklarına; kâh eser kükrer, korkular saçar yüreklerine. Bazen ılık nefesiyle serinletir onları bazen yakar kavurur. Fırtına olur, tufan olur, boran olur sinirlendiğinde, yıkar önüne çıkan her şeyi. Beyan da etmez
Şairler bazen dünyanın en bedbaht insanlarıdır. Çünkü onlar başka insanların önemsemedikleri birçok kederi en şiddetli haliyle yaşamışlardır gönüllerinde. Zamanın akıp geçmesi, çok güçlü bir rüzgâr hoyratlığıyla bizlerden bir şeyler alıp götürmesi, tek sermayemiz olan günleri bizden devşirmesi herkese aynı derecede acı vermeyebilir.
Muamma bir boşlukta kendi halince dönen dünya, kötü ya da çirkin değil.
Masmavi ve güzel bir gezegende yaşıyoruz. Ona dair tek serzenişimiz faniliği olabilir bir ihtimal. Bunun da hakikatte sebebi yaratılıştan getirdiği misafirhane olma görevidir.
Hepimizin bir uzun hikâyesi vardır. Bazı benzerlikleri dışında her biri kendine özgüdür üstelik. Mustafa Kutlu birbirine tam olarak benzemez hikâyelerimizin esrarlı âlemine dalmış bir yazar. Modern bir anlayışla yazdığı klasik öyküleriyle edebiyatımızda hak ettiği bir yere sahiptir. Hem de çokça yıllardan beri. Uzun Hikâye adlı eseri onun önemli eserlerinden birisidir.