şiir. öykü, makale, deneme, tiyatro, masal, fıkra, anı, sohbet, röportaj yazılarının yayınlandığı uluslara arası yazar ve şairlerin katılım gösterdiği edebiyat sayfasıdır. Uyum platformudur.
Yakın tarihte okullar arası voleybol turnuvası yapılacaktı. Okulda turnuvaya hazırlık için sürekli idmanlardaydılar. Bu yüzden de eve daha yorgun geliyordu Dilek. Öyle bile olsa tüm sorumluluklarını başarıyla tamamlıyordu. Hem yaşantısını düzgün ilişkiler içinde muhafaza ediyor, hem de becerilerini hızla geliştirip başarılara yeni imzalar atma yolunda ilerliyordu.
Vakit gece yarısına yaklaşsa da Dilek’in uykusu gelmiyordu. Yazdığı kompozisyonla o kadar mutlu olmuştu ki… Kalemin gücüne inanmıştı. Memleketindeki öğretmenleri bunu o kadar güzel aşılamışlardı ki genç kıza…
Daldı Dilek geçmişe. Hüzün dolu bir zamana yolculuk gezintisindeydi. Düşük voltajlı ampulün loş ışığı da uygundu aslında bu yürüyüşe. Belki de o loş ışık sürüklemişti genç kızı böyle bir gezintiye.
Kuşbaz Tahir Efendi deyip geçmemek lazım. O tam bir İstanbul efendisiydi vakti zamanında. Çok âşık olmuş, hiç evlenmemişti. Fakat kimsenin namusuna da yan gözle bakmamıştı. Sessiz ve gölgesiz adımlarla bu âlemden çekip gitmeden önce; evinin çatısında bir kümes dolusu güvercini, darmadağınık odalarında onlarca rengarenk kanaryası ve muhabbet kuşu, kapısının önünden ayrılmayan sadık bir sokak köpeği, okunmaktan ve başkalarına ödünç verilmekten bitap düşmüş kitapları vardı.
Oğul; “Bir düğüne gideriz, bir eğlenceye gideriz; herkes oynayanları seyreder, annem beni,” diye dert yandı bir gün çevresindekilere. Sonra da annesinin her işini bırakıp onu seyre dalmasını taklit etti. Meramı yoğun sevgiyi eleştirmekti. Yine de herkesten çok annesi güldü kendi haline…
Cuma günü akşamüstü, okuldan grup halinde çıktık. Bu yıl okula başlayanlardan da aramıza katılanlar vardı. Hep beraber Virane’ye gittik. Güneş solgunlaşmış, gün bitmek üzereydi. Bizse, biraz daha uzatmak niyetindeydik. Akşam yemeğini birlikte yemek suretiyle daha çok beraber olmak istiyorduk. O nedenle, aramızda para topladık, Orçun’a verdik. O, alışveriş yapmak üzere ayrıldı. Kıyma falan alacak, İnegöl köfte yiyecektik.
Dilek çok üzgündü belli etmemeye çalışsa da. Tüm aile üzgündü aslında. Belki gariptir; ama en fazla üzgün olan da Dilek’in halasıydı. Çok sevdiği, üzerine titrediği, okuması için adeta savaş verdiği yeğenini korumak adına üzmüştü. Üzdüğü sadece Dilek de değildi aslında. Oğluna karşı sert ve otoriter olan dede, torunlarına laf söyletmezdi asla. Burada susmuştu oysa… Susmazdı aslında; ama kızı bile olsa damadın evi idi. Ne diyebilirdi ki. Yutkunup kalmak zorundaydı.
Dilek saygılıydı ve hizmeti çok severdi. İçinde çığlık çığlık biriken enerjisini, çoğu zaman zapt edip bulunduğu ortam ve yaşantılara göre kontrol etme olgunluğuna sahipti. İçinde bir çocuk vardı birçok insan gibi. Bu çocuk O’nu ilerleyen yaşlarında da canlı tutacaktı.
Derya kedi gibiydi. Dedesinin paltosundan kafasını çıkarıp ablasının hüzünlü haline bakıyor, dayanamayıp ağlıyor, gözyaşını dedesinin paltosunda kurutuyordu. Aslında o da acılar içinde kıvranıyordu bu zorunlu yolculuğa; ama ablasının hüznü çok daha fazlaydı. Dile kolaydı; bir hayat, bir geçmiş bırakıyorlardı geride.
Artık sınıfta sıralar boşalmıştı. Herkes etrafına toplanıp, öperek yerini bir diğer arkadaşına bırakıyordu. ‘Mektup yazmayı unutma, muhakkak haberleşelim.’ dilekleri hepsinin ağzındaydı.
Hıncal Öğretmen elinden tuttu, diğer öğretmenlerle birlikte öğretmenler odasına götürdü çok sevdiği öğrencisini. Dilek’e güzel dilekler orada da devam etti. Hıncal Bey, kenarda duran iki poşeti Dilek’e uzattı. Tüm öğretmenler, bu ümit vadeden genç kıza bakıyordu duygusal gülümsemelerle…
O çok sevdiği öğretmenlerine ve arkadaşlarına bunu nasıl söyleyecekti? Gençliğin ödünç sevinci birkaç yaprak gül gibiydi.
Bahçeden topladığı gülleri hem sınıfında hem de öğretmenler odasında vazolara yerleştirdi. Bugün mühim bir haber verecekti. Daha önce hiç başka bir şehre gitmemişti. Sevdiği, tertemiz anılarının yaşandığı yerlerdi buralar ve sınırları içinde kalan alan hep buralarda olacaktı.